açıklık kazanmak
bir konu aydınlanmak, anlaşılır duruma gelmek.
bağışıklık kazanmak
1) bazı mikroplara karşı aşı veya doğal yolla dirençli duruma gelmek; 2) mec. korunaklı olmak: ‘Bu tehditlere karşı bağışıklık kazanmak hususunda şaşılası bir yetiye de sahiptiler.’ -E. Şafak.
bahsi kazanmak
ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak.
başarı göstermek (kazanmak)
başarmak: ‘Arandığı, fikri sorulduğu, başarı kazandığı da oluyordu.’ -R. H. Karay.
(birinin, birilerinin) takdirini kazanmak
bir kimse veya bir topluluk tarafından beğenilmek: ‘İhtimal ki senin alın yazında şunlar yazılıydı: Âlemin saygı ve takdirini kazanmış bir adam olacaksın.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
(birinin) sırtından (para) kazanmak
para kazanmak için birini kullanmak: ‘Benim bu marifetimi bilmeyenlerle bahse girip sırtımdan para kazanan açıkgözler bile oldu.’ -H. Taner.
çuvalla para kazanmak
aşırı kazanç sağlamak.
deneyim kazanmak
deneyimli duruma gelmek.
ekmeğini kazanmak
geçimini sağlamak: ‘İçi huzurlu, akşama dek çalışmış, ekmeğini kazanmış.’ -M. İzgü.
güven kazanmak
kendisine inandırmak.
hak kazanmak
emeğin karşılığını alabilecek duruma gelmek: ‘Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmaya hak kazanamamıştır.’ -A. H. Müftüoğlu.
hayatını kazanmak
geçimini sağlamak: ‘Hayatımı kazandığımda senin elini sıcak sudan soğuk suya sokturmam.’ -A. Kutlu.
ivme kazanmak
hızlanmak.
kalp (kalbini) kazanmak (fethetmek)
ince bir davranış veya güzel bir sözle birinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek: ‘Hele düzmece şehzadenin kadife pantolonuyla sivri güzel çehresi derhâl kadının kalbini kazandı.’ -R. N. Güntekin.
kişilik kazanmak
bir kişinin öz yapısı, kişiliği belirginleşmek.
maharet kazanmak
beceri edinmek, ustalaşmak.
nam kazanmak
ün sahibi olarak tanınmak: ‘Karaman alayı, bizim harp tarihimizde büyük nam kazanmış bir alaydır.’ -A. Gündüz.
popülarite kazanmak
halk tarafından sevilmek, tutulmak: ‘Bir halk çocuğu olarak popülarite kazanmış, önce elinizde, sonra partinizde basamakları çıkmış, parlamentoya girmişsiniz.’ -H. Taner.
puan almak (kazanmak)
1) spor karşılaşmalarında başarılı bir oyun çıkararak kendine sayı sağlamak; 2) genellikle test biçimindeki sınavda herhangi bir puan elde etmek; 3) mec. itibar kazanmak, takdir edilmek.
rağbet görmek (kazanmak)
istenilmek, beğenilmek, istekle karşılanmak: ‘… haftanın bir gecesinde yalnız kadınlara oynayacak kadar mahallede rağbet kazandı.’ -H. E. Adıvar.
sempatisini kazanmak
birinin sevgisini, ilgisini ve yakınlığını kazanmak.
sevap kazanmak (işlemek)
hayırlı bir davranışta bulunmak: ‘Gülsüm’ün sevinci sade sevap kazanmak ümidinden doğmuyordu.’ -R. N. Güntekin.
şöhret bulmak (kazanmak)
ün sahibi olmak, üne kavuşmak, ünlenmek: ‘Fakat Nedim’den hoşlanan kızlarla kadınların çoğu onu, yeni şöhret bulan bir sinema aktörüne benzetmektedir.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. ‘Her mahallede hatta satıcılar arasında şöhret kazanmış olan güzel sesliler bulunurdu.’ -A. Ş. Hisar.
tat kazanmak
belli bir tada kavuşmak, olgunlaşmak, tatlanmak.
ün almak (kazanmak, salmak, yapmak)
ünü herkesçe bilinmek ve her yerden duyulmak: ‘Dünyaca ün almış Mark Twain Derneğinin fahri üyeliğini aldığını duyunca…’ -S. F. Abasıyanık. ‘Ramazan, sertliği, zulmü ile ün salmış bir kabadayı idi.’ -H. E. Adıvar.
vakit kazanmak
1) bir şeye ayrılan süreyi azaltmak; 2) karşı tarafı oyalayarak kendi hazırlanma süresini uzatmak.
zaman kazanmak
vakit kazanmak.