Sıkıntı basmak
Çok sıkılmak, can sıkıntısı duymak.
Sıkıntı çekmek
Zorluk veya yoksulluk içinde yaşamak: ‘iki ateş arasında epeyce sıkıntı çektik.’ -a. Gündüz.
Sıkıntı vermek
Tedirgin etmek, bunaltmak.
Sıkıntıda olmak
Geçim darlığı çekmek.
Sıkıntısı olmak
1) tedirgin, rahatsız eden bir durumda bulunmak: ‘bir derdi, bir sıkıntısı olup da öyle susup durduğu akşamlar bile yanında bulunmaktan hoşlanıyoruz.’ -n. Ataç. 2) işemesi gerekmek, sıkışmak.
Sıkıntıya düşmek
Darlık, yokluk içinde olmak.
Sıkıntıya gelememek
Güç işlere dayanamamak.
Acısını çekmek:
Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü yaşamak.”Kestiğim o ağacın hâlâ acısını çekiyorum.”
Allah aratmasın:
Yakınılacak bir durumda, bir şeyin hiç bulunmaması hâlindeki sıkıntı anında “Allah daha kötüsünü göstermesin” anlamında kullanılır.
Alnının damarı çatlamak:
Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek. “O yolu açıncaya kadar benim alnımın damarı çatladı, sen ne halt etmeye bozuyorsun?”
Ana baba günü:
1) Mahşer günü. 2) Sıkıntılı kalabalık; telâşlı, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanımadığı kalabalık.“Yangın yeri ana baba gününe dönmüştü.”
Ana kuzusu:
1) Pek küçük kucak çocuğu. 2) Sıkıntıya, güç işlere alışkın olmayan, nazlı çocuk veya genç. “Şu torbayı kaldırışına bak hele, tam bir ana kuzusu.”
Anası ağlamak:
Çok eziyet çekmek, sıkıntıya katlanmak, bitkin duruma düşmek. “Onu buraya getirinceye kadar anam ağladı.”
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek:
Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, eziyete katlanmak. “Şu arabanın taksitlerini ödeyinceye kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi.”
Anasını ağlatmak:
Bir kimseye çok eziyet edip sıkıntı çektirmek. “Adamın üzerine öyle gittiler ki iki günde anasını ağlattılar.”
Ateşten gömlek:
İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için söylenir. “İflas etmem, ateşten gömlek giymem demektir.”
Atsan atılmaz, satsan satılmaz:
İşe yaramadığı, sıkıntı verdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için kullanılır. “Ne yapayım, kardeş işte! Atsan atılmaz, satsan satılmaz!”
Başı belada olmak :
Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı karşıya olmak.
Başı dara düşmek (başı daralmak) :
1. Sıkıntılı bir durum içinde olmak. 2. Paraca darlığa düşmek.
Başı darda (kalmak, olmak) :
Sıkıntı içinde (olmak).
Başı derde girmek (düşmek) :
Üzücü, sıkıntı verici bir durumla karşılaşmak.
Başı dertte (olmak) :
Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak).
Can dayanmamak:
Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek. “Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?”
Canından bezmek:
Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek. “Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!”
Canını dişine takmak:
Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak. “Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti.”