Ağzını sıkı (pek) tutmak
sır vermemek.
Ağzını tutmak
1) boşboğazlık etmemek; 2) kötü söz söylememek; 3) bir konuda arzu edilmeyen düşüncelerin açığa çıkmasını susarak önlemek.
Akılda tutmak
unutmamak.
Aksiliği tutmak
güçlük çıkarmak, inadında direnmek.
Alkış tutmak
1) topluca el çırparak yüksek sesle ‘yaşa, var ol’ vb. sözler söyleyerek birini alkışlamak; 2) taraftar olmak, belli bir görüşten yana olmak: ‘batıla alkış tutanların karşısına geçip hata eylediğimi yeni yeni öğrenmiş bulunuyorum.’ -s. Ayverdi.
Ateşe tutmak
1) az ısıtmak; 2) üzerine ateşli silahla mermi atmak.
Atıp (atmak) tutmak
1) bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak: ‘hatta aleyhimde atıp tuttuğunu bile duysam kendimi tanıtmamalıydım.’ -o. V. Kanık. 2) abartmalı konuşmak: ‘dünyanın siyasetiyle meşgul oluyorlar, büyük olaylar hakkında atıp tutuyorlar.’ -h. R. Gürpınar.
Avukat tutmak
adli işlemleri gereğince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu yetkili kılmak: ‘kasabadan bilâl efendi’yi avukat tuttular.’ -m. Ş. Esendal.
Ayak tutmak
hlk. 1) mâni yarışmalarında karşısındakine uyması gereken uyağı vermek: ‘mânicilerden biri ‘gülerler’ diye bir ayak tutar, ona biri karşılık verir.’ -s. Birsel. 2) öncülük etmek; 3) söz açmak; 4) ileride söylenecek bir söze önceden zemin hazırlamak.
Ayrı tutmak
farklı davranmak.
Azı çoğa saymak (tutmak)
verilen küçük bir armağanı çok beğenmek.
Bar tutmak
bar oynamak için hazırlanmak ve oyuna başlamak.
Bas tutmak
ince sesli çalgılara tek perdeden eşlik etmek.
Baş üstünde tutmak
çok iyi ağırlamak.
Başak bağlamak (tutmak)
arpa, buğday, yulaf vb. ekinlerde başak oluşmak.
Başı tutmak
gürültüden veya üzüntüden başı ağrımak: ‘… poker oynanıyor. Yenilirse kızıyor. Başı tutuyor, komşu doktorun hizmetçisini çağırıp çenesini ovduruyor.’ -m. Ş. Esendal.
Başını dik tutmak
onurunu korumak.
Bedduası tutmak
ilenci yerine gelmek.
(bir işi) sürüncemede bırakmak (tutmak)
bir işi sonuçlanıncaya kadar boş yere geciktirmek, uzatmak: ‘bana niye bu davayı böyle sürüncemede tuttuğunu izah etsin.’ -a. Kulin.
(bir işin veya bir şeyin) ucundan tutmak
1) bir şeyle meşgul olmak, katkı sağlamak, yardımcı olmak: ‘ömür boyu hiçbir işin ucundan tutmamış insanlar için bile bir yaşlılık fonu düzenlenmiş.’ -h. Taner. 2) mec. bir işi yeterince ilgilenmeden, önemsemeden yapmak.
(bir şey) kir tutmak
kirini hemen belli edecek bir renkte olmak, çok kirlenmek.
(bir şey olmaya) yüz tutmak
1) bir şey, olmak üzere bulunmak: ‘duvarları sıvasız, kepenkleri boyanmadan bırakıldığı için çürümeye yüz tutmuş evde hatice nine oturuyordu.’ -n. Cumalı. 2) giderek biçim ve renk değiştirmek: ‘hepimiz gölgelenmeye yüz tutan ateşe gözlerimizi dikmiştik.’ -s. F. Abasıyanık.
(bir şeye) yüz tutmak
yönelmek: ‘biçare yunus’un çoktur günahı / hakk’ın dergâhına yüz tutmuşum ben’ -yunus emre.
(bir şeyi) aklında tutmak
1) bellemek; 2) unutmamak: ‘nasıl aklında tutar bilinmez, gelmiş geçmiş onca başbakanın adlarını sayar.’ -m. İzgü.
(bir şeyi) ayakta tutmak
1) o şeyin sürekliliğini sağlamak: ‘meddahlar seyirciyi meraklandırmayı, ilgilerini sürekli ayakta tutmayı çok iyi bilirler.’ -m. And. 2) bozulmasına, yıkılmasına, çökmesine engel olmak; 3) bir kuruluşun yaşamasını sağlamak.
(bir şeyi) başlangıç tutmak (almak)
bir işi, bir dönemin, başladığı nokta veya tarih olarak kabul etmek, belirtmek: ‘tarihler, bu sorunu açıklarken 1071 yılını başlangıç tutarlar.’ -c. Uçuk.
(bir şeyi) gizli tutmak
başkalarına duyurmamak, saklamak.
(bir şeyin) dümenini elinde tutmak
yönetmek, istediği yöne doğru götürmek: ‘başımıza gelenler, son elli yılda ekonominin dümenini elinde tutan sıfırlardan kaynaklanıyor.’ -a. Boysan.
(bir şeyin) yerini tutmak
1) bulunmayan bir nesnenin yerini almak, onu aratmamak: ‘hiçbir kahvaltı simitle çayın yerini tutamaz.’ -s. F. Abasıyanık. 2) görevinden ayrılan birinin yaptığı işi yapabilmek.
(bir şeyin) yolunu tutmak
benimsemek, gereğini yerine getirmek: ‘sen de biraz adamlığın yolunu tutmalısın.’ -r. N. Güntekin.
Bir tutmak (görmek)
eşit saymak, eşit görmek.
(bir yere) baş tutmak
elebaşı olmak.
(birini) avucunun içinde tutmak
ona istediğini yaptıracak güçte olmak.
(birini) ayakta tutmak
1) oturtmak gerekirken oturtmamak; 2) oyalamak.
(birini) cin tutmak
bir inanışa göre cinlerin etkisiyle delirmek.
(birini) deniz tutmak
deniz taşıtlarında sallantıdan etkilenmek: ‘biz tayfaları da deniz tuttu ama geminin doktoru bir defacık olsun, görünmedi.’ -s. F. Abasıyanık.
(birini) el üstünde tutmak
bir kimseye çok saygı ve sevgi göstermek: ‘ama azdır sanatçılara saygı gösterenler, onları el üstünde tutmak isteyenler.’ -s. Birsel.
(birini) hor tutmak
birine karşı küçümseyici, incitici davranışlarda bulunmak.
(birini) hoş tutmak
birine iyi ve sevecenlikle davranmak.
(birini) mecbur tutmak
zorlamak, yükümlü saymak, mecbur etmek: ‘memleketin büyük menfaati, beni bu yolda harekete mecbur tutuyordu.’ -atatürk.