Vaaz vermek
Cami, mescit vb. yerlerde dinî konuşma yapmak: ‘nasrullah camii’nde verdiği büyük siyasi vaaz bütün gönülleri fethetmişti.’ -y. Z. Ortaç.
Velveleye vermek
Gereksiz telaşa ve heyecana düşürmek: ‘susun, ortalığı velveleye vermeyin! Ne bağrışıyorsunuz?’ -s. F. Abasıyanık.
Veresiye vermek
Malı parasını daha sonra almak şartıyla vermek: ‘mütemadiyen veresiye veriyor ve müşteriler ay başında borç ödeyeceklerine tevfik’e dert yanıyorlar.’ -h. E. Adıvar.
Vücut vermek
Vücuda getirmek.
Yakayı ele vermek
Kaçamayarak ele geçmek, yakalanmak: ‘bu konuda hiç kimsenin yakayı ele vermeyeceğine şimdiden kalıbımı basarım.’ -b. R. Eyuboğlu.
Yangına vermek
Tutuşturmak, bir şeyi bilerek yakmak.
Yanıt vermek
Yanıtlamak, cevaplamak.
Yel vermek
Rüzgârı veya havayı herhangi bir şeyin üzerine yöneltmek.
Yele vermek
Savurmak, boşuna harcamak.
Yemek vermek
Konukları yemeğe çağırmak.
Yemin billah vermek
Yemin etmek.
Yemin vermek
Ant vermek.
Zılgıt vermek
Korkutmak, çıkışmak, azarlamak, gözdağı vermek: ‘şehrin büyükleri otelciye adamakıllı bir zılgıt vermişler.’ -r. N. Güntekin.
Zekât vermek
Müslümanlıkta, sahip olunan mal ve paranın kırkta birlik payını sadaka olarak dağıtmak.
Zayiat vermek
Kayba uğramak, zarar ziyan görmek: ‘akvaryumdaki balıklar da büyük zayiat verdiler zamanla.’ -e. Şafak.
Zarar vermek
1) kötülük etmek: ‘bu davaya zarar verecek ihtiyarları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.’ -f. R. Atay. 2) birinin parasal kayba uğramasına sebep olmak.
Zaman vermek
Bir iş için belli bir süre ayırmak.
Yürek vermek
Yüreklendirmek, cesaretlendirmek.
Yön vermek
Yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek: ‘ama unutmayalım ki tecessüslerimize yön veren ihtiyaçlarımızdır.’ -c. Meriç.
Yoluna can (canını) vermek
Birinin uğruna ölmek.
Yol vermek
1) geçmesine izin vermek: ‘hafif sağ yapıp askerî bir kamyona yol verdi.’ -a. İlhan. 2) hızını artırmak; 3) işten çıkarmak, işine son vermek: ‘mademki bu işi yapamıyorsun, o hâlde başka işimiz yok derler, bana yol verirler.’ -o. Kemal.
Yer vermek
1) önemli saymak, saygı göstermek: ‘etrafını zehirleye zehirleye yaşadıktan sonra hâlâ insanlar ona kendi aralarında bir yer veriyorlardı.’ -m. Yesari. 2) bir olaya yol açmak, imkân tanımak; 3) önemli bir görev vermek; 4) kendi yerini bir başkasına bırakmak: ‘kadınlara yer vermek alışkanlığı da olmadığından, çok kez ayakta kalır.’ -e. Bener. 5) kullanmak: ‘orta oyununda dekor gibi donatıma da pek az yer verilmiştir.’ -m. And. 6) söz etmek, değinmek; 7) ağırlık vermek: ‘bu dönem, daha çok kısa ve vodvil türünde komedyalara yer vermiştir.’ -m. And. 8) konu edinmek.