- Ağzına yüzüne bulaştırmak
bir işi kötü yapmak, becerememek: ‘yapılacak şey ehemmiyetsizce bir pansuman ama ağızlarına yüzlerine bulaştırmalarından korkuyorum.’ -r. N. Güntekin. - Alnı açık yüzü ak
çekinecek hiçbir durumu veya ayıbı olmayan. - Ayıbını yüzüne vurmak
birinin kusurunu yüzüne söylemek. - (bir şeyin) yüzüne hasret kalmak
o şeyden yoksun kalmak, hasret kalmak: ‘burada yağdan yumurtadan geçtik, ekmek yüzüne hasret kaldık.’ -m. Ş. Esendal. - (birinin veya bir şeyin) yüzü suyu hürmetine
‘birinin veya bir şeyin hatırına veya varlığına değer verildiği için’ anlamında kullanılan bir söz: ‘ben şu iki kolumun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum, yaşıyorsam.’ -z. Selimoğlu. - (birinin veya bir şeyin) yüzünü unutmak
uzun süre görmemek, varlığına hasret kalmak: ‘insanlar tanrı rahmeti olan yağmurun yüzünü çoktan unutmuşlardı.’ -n. Araz. - (birinin) yüzü kâğıt gibi olmak
kanı çekilip benzi solmak: ‘babuş da uyanmış ve yatağın içine oturmuş. Korkudan onun da yüzü kâğıt gibi.’ -p. Safa. - (birinin) yüzüne bağırmak
birine öfke ile saygısızca sözler söylemek. - (birinin) yüzüne karşı
bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden: yüzüne karşı da söylerim. - (birinin) yüzünü ağartmak
beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarının övünmesine sebep olmak: ‘bu zaferle mustafa kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.’ -e. C. Güney. - (birinin) yüzünü gözünü açmak
bir çocuğa veya gence o zamana kadar bilmediği birtakım cinsel bilgiler vermek. - (birinin) yüzünü güldürmek
birini mutlu etmek, birine iyilik etmek: ‘bu zaferle mustafa kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.’ -e. C. Güney. - (birinin) yüzünü kızartmak
bir kimsenin utanmasına sebep olmak, birini utanacak duruma düşürmek. - Dünya yüzü görmemek
kapalı bir yerde sürekli kalmak. - Eline yüzüne bulaştırmak
bir işi gerektiği gibi yapamamak, başarısız olmak, becerememek. - Eşiğine yüz sürmek
bir dilekte bulunmak için bir kişiye yalvarmaya gitmek. - Gerçek yüzünü göstermek
sakladığı düşüncelerini sonradan ortaya koymak. - Kapılar yüzüne (üzerine veya üstüne) kapanmak
istenilen şeye ulaşma imkânı verilmemek. - Ne yüzle
hiç utanmadan, sıkılmadan. - Öfke yüzü göstermek
çok sinirlendiğini belli etmek: ‘hayatında kimseye sert muamele etmedi ve öfke yüzü göstermedi.’ -n. F. Kısakürek. - Sıcak yüz göstermek
yakınlık göstermek. - Şeytan görsün yüzünü
sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenen bir söz. - Yüz aklığı göstermek
bir işte başarıya ulaşmak: ‘arkadaşları arasında sivrilmiş, birçok savaşlarda yüz aklığı göstermiş cesur bir kaptandı.’ -f. F. Tülbentçi. - Yüz bulmak
ilgi ve yakınlık görmek: ‘akça pakça bir hanım gördü mü biraz da yüz buldu mu hemen bohçacı madamlardan birini evine gönderir, pırlanta gerdanlık vadedermiş.’ -s. M. Alus. - Yüz bulunca astar istemek
yüz verince astar istemek. - Yüz çevirmek
gösterdiği ilgiyi kesmek: ‘… vergi kâtibinden yüz çevirmişler, kendisine hasım olmuşlardı.’ -e. E. Talu. - Yüz etmek
hlk. ısmarlamak, havale etmek. - Yüz geri etmek
geri döndürmek. - Yüz göstermek
ortaya çıkmak. - Yüz göz olmak
biriyle gereksiz yere, aşırı derecede senli benli olmak. - Yüz karası olmak
utanılacak bir durum ortaya çıkmak. - Yüz kızartmak
1) sıkılarak yalvarmak; 2) utandırmak: ‘meşhur bir edibimizin cinsî hayatına dair yüz kızartıcı sözler söylenirdi.’ -y. Z. Ortaç. - Yüz kızdırmak
utanmayı göze almak. - Yüz surat davul derisi (mahkeme duvarı)
tkz. utanması olmayanlar için söylenen bir söz. - Yüz sürmek
aşırı sevgi göstermek için yere eğilmek. - Yüz takınmak
yüze verilen biçimle bir duyguyu belirtmek: ‘osman nuri bey umutsuzluğa düşerek sessiz sessiz ağlamaya başlayınca seniye hanım onu teselli için hemen güler bir yüz takınmış, aman ne yapıyorsunuz bey, demişti.’ -y. K. Karaosmanoğlu. - Yüz verince astar istemek
kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak geniş yetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya çalışmak. - Yüz vermemek
1) ilgi, yakınlık göstermemek: ‘sonra geniş bir odada orta yaşlı bankacı kendisine yüz vermeyen yargıcın kızına saldırdı.’ -y. Atılgan. 2) önemsememek: ‘bursa, yeşiline en uygun maviyi kondururken yüksek mimarlarımız renge hiç yüz vermiyorlar.’ -b. R. Eyuboğlu. - Yüz yapmak
makyaj yapmak. - Yüz yazmak
1) makyaj yapmak; 2) hlk. köy seyirlik oyunlarında taklit edilen kişinin özelliklerini belirtecek biçimde yüz boyamak, maske yapmak. - Yüz yüze bakmak
arada hatır gönül meselesi olduğu için karşılıklı ilişkiyi korumak zorunda bulunmak. - Yüz yüze gelmek
1) birden karşılaşmak: ‘tırmanıp gedikten girer girmez toprak dolu çuvallarla burayı tıkamaya çalışan insanlarla yüz yüze geldi.’ -i. O. Anar. 2) bir araya gelmek: ‘bir daha yüz yüze gelmemek için ayrılmışlardı.’ -ö. Seyfettin. - Yüz yüze getirmek
karşı karşıya getirmek: ‘her fırsatta yavrucakları ölümle yüz yüze getiriyor.’ -r. N. Güntekin. - Yüz yüze kalmak
aynı ortam içerisinde bulunmak. - Yüz yüze yaşamak
sürekli olarak bir arada olmak zorunda bulunmak: ‘ölümle aylarca yüz yüze yaşamış, hayatımla oyuncak gibi oynamıştım.’ -r. N. Güntekin. - Yüze çıkmak
1) bir sıvının üst bölümüne çıkmak; 2) belli olmak, açığa çıkmak, belirmek: ‘evimizde artık pek de gizli tutulamayarak yüze çıkmaya başlayan bu rezalet yani gelin ve damat arasındaki bu sevda alışverişi böyle devam edip duracak mı?’ -m. Ş. Esendal. 3) yüzsüz olmak, şımarmak. - Yüze duramamak
birinin hatırından çıkamamak, birinin hatırını kıramamak: ‘belki ihtiyaçları olur isterler, yüze duramam.’ -r. N. Güntekin. - Yüze gelmek
çekinmemek: ‘ne ben yüze gelip sorabiliyordum ne de o cesaret edip anlatabiliyordu.’ -a. Ümit. - Yüze gülmek
1) yalandan dost görünmek; 2) sevimli, alımlı görünmek. - Yüze vurmak
yüzüne vurmak: ‘fakat politikada kabahatleri yüze vurmak yoktu.’ -n. Cumalı. - Yüzsuyu dökmek
onurunu sarsacak kadar çok yalvarmak: ‘hâlbuki emin efendi, feleğin çemberlerinden geçerek, kâh kuvvetlerin önünde diz çöküp yüzsuyu dökerek, kâh zayıflara çelme vurup tuzak kurarak bu mertebeye ulaşmış.’ -y. K. Karaosmanoğlu. - Yüzü ak olsun
‘sağ olsun’ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü. - Yüzü asılmak
somurtmak. - Yüzü düşmek
somurtmak. - Yüzü gözü açılmak
1) sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek; 2) toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak. - Yüzü gülmek
1) sevinci yüzünden belli olmak: ‘otele gidip lavabolu odayı görünce yüzüm güldü.’ -f. Otyam. 2) feraha kavuşmak: şehirlilerle köylüler arasındaki alışveriş şartları düzenlendikten sonra hepsinin yüzü gülmeye başladı. 3) temiz, tertipli duruma gelmek. - Yüzü kalmamak
bir kimseden daha önce birçok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak. - Yüzü karışmak (allak bullak olmak veya alabora olmak)
can sıkıcı bir durum, yüzünden belli olmak: ‘beraberce binmiş olduğumuz bir takside birdenbire yüzü karıştı, şoföre yüksek bir sesle…’ -a. Ş. Hisar.
Yüz ile ilgili Deyimler ve Anlamı
Paylaş