Bugün evrimciler canlılarda “gelişme” olarak nitelendirdikleri değişiklikleri iki mekanizmanın sağladığını iddia ederler. Bunlardan ilki “doğal seleksiyon” olarak adlandırılır. Doğal seleksiyon, aynı zamanda “en sağlam olanın hayatta kalmas olarak da bilinen bir süreçtir. Doğal seleksiyon, içinde bulunduğu doğal şartlara uygun olan güçlü canlıların hayatta kalması demektir. Ne zaman bir bitki veya bir hayvan türü ortaya çıksa; genlerdeki küçük değişiklikler, yavruyu, ebeveyninden biraz daha farklı bir hâle getirir. Bazen bu değişiklikler yavruyu, ebeveyninden daha başarılı bir hâle getirir.
Örneğin aslanlar tarafından tehdit edilen bir zebra sürüsünde, daha hızlı koşabilen zebralar hayatta kalacaktır. Ama hızlı koşan zebraların hayatta kalması demek, bu zebraların bir süre sonra bir başka türe dönüşecekleri, örneğin çita haline gelecekleri anlamına gelmez. Doğal seleksiyon sadece bir canlı türü içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan bireyleri ayıklar. Yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar yaratamaz.
Diğer genler zararlı olabilir; bu genleri taşıyan hayvanlar daha başarısızdır ve sonunda ölür. Doğal seleksiyon teorisi, birbiriyle çok yakından akraba olan bireylerin arasındaki geniş çeşitliliği temel almaktadır. Genellikle, hiçbir türün iki üyesi birbirine tamamen benzemez. Her birinin, büyüklük, görüntü, soğuğa veya diğer sert koşullara dayanıklılık gösterme gibi özellikleri, kendine has kombinasyonlardan oluşmaktadır.
Bugünkü savunulduğu şekliyle evrim teorisini ortaya atan kişi, amatör bir İngiliz doğabilimci olan Charles Robert Darwin’dir. 1858 yılında Charles Darwin ve bir diğer doğa bilimci Alfred R.Wallace, insanlığa benzer doğal seleksiyon teorileri sunmuşlardır. Birçok biyolog bu fikirlere başta karşı çıkmıştır.