Kerbelâ: Irak’ta, Bağdat civarında Hz. Hüseyin’in şehit edildiği yerini ismi olup, mecazen “matem yeri” manâsına gelir.
Aşure günü’ bütün Halepliler Antakya kapısına gelirler, tâ geceye kadar orada kalırlar. Kadın erkek, büyük bir kalabalık orada toplanır, Ehl-i Beyt’in yasını tutarlardı. Şiiler , Kerbelâ vakası için ağlarlar, feryat ederlerdi. Peygamberimizin soyunun Yezid’den, Şimr’den çektikleri zulümleri, geçirdikleri imtihanları sayıp dökerlerdi. Sesleri ses verir, feryatları bütün ovayı, çölü doldururdu. Garib bir şair, aşure günü çölden geldi, o feryadı duydu. Şehri bırakıp, kalabalığın bulunduğu tarafa gitti. O feryadın sebebini araştırmaya koyuldu.
Merak etti; “Bu gam nedir? Kime yas tutuluyor?” diye soruşturmaya başladı. “Herhalde bir ulu bey ölmüş olmalı. Çünkü böyle bir topluluk, sıradan bir kişi için olamaz. Ben garibim, siz ise buralısınız. Bu ölen kişinin adını, lâkaplarım söyleyin. Adı neydi, ne iş görürdü, nasıl adamdı? Bana bildirin de onun iyiliklerine ait bir mersiye söyleyeyim.
Ben şairim, bir mersiye düzüp okuyayım da buradan bir yiyecek, bir azık parası alayım.” Bunu duyanların birisi şaire dedi ki: “Yahu sen deli misin? Yoksa sen Şiî değilsin de Ehl-i Beyt düşmanı mısın? Aşure günıi şehit olan o büyük varlık için üç gün yas tutmanın yüzlerce yıl yaşamadan daha değerli olduğunu bilmiyor musun?
Bu dert, müminin yanında değersiz olur mu hiç? Kulağın aşkı, küpenin değerincedir. (Bir mümin Hz. Muhammed’i ne kadar çok severse, onun ciğerparesi olan Şehid-i Kerbelâ Hz. Hüseyin’i de o kadar sevmesi gerekir.) Mümine göre o pâk nûrun yası, yüzlerce Nuh tufanından da meşhurdur.”
Şair dedi ki: “Doğru. Fakat Yezid’in devri nerede? Bu facia ne vakit olmuş? Bu yas buraya ne kadar da geç gelmiş? Körlerin gözleri bile o kötülükleri, o faciayı gördü. Sağırların kulakları bile Kerbelâ’da olup bitenleri işitti. Siz şimdiye kadar uyuyor muydunuz? Faciayı yeni mi duydunuz ki şimdi yas tutuyor, elbisenizi yırtıyorsunuz? Ey gaflet uykusuna dalanlar! Hz. Hüseyin’e değil, asıl siz kendinize yas tutun.
Çünkü bu ağır gaflet uykusu, çok kötü bir ölüm gibidir. Hakk’a mensup o ruh (Hz. Hüseyin’in ruhu) beden zindandan kurtuldu. Ne diye elbisenizi yırtalım, ne diye elimizi ısırıp duralım? Onlar (Hz. Hüseyin ve etrafında bulunanlar), İslam dininin sultanları, en ileri gelenleriydi.
Onlar esirlik bağlarım kopardılar, zincirlerini kırdılar. Onlar için matem değil, mutluluk, neşe, sevinç çağıdır. Onlar tomruğu, zinciri kopanp attılar, devlet sarayına uçup gittiler. Onların hâlinden zerre kadar haberin olsaydı, bilirdin ki bugün onların saltanat günü, güzellik günü, padişah oluş günüdür.”