Bu kitap Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikate ulaşma ve yakın sırlarını açma hususunda din temellerinin, temellerinin temelidir. Allah’ın en büyük fıkhı, Allah’ın en aydın yolu, Allah’ın en açık delilidir… Şüphe yok ki Mesnevi, gönüllere şifadır; hüzünleri giderir, Kur’ân’ı apaçık bir hâle koyar; rızıklann bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir… (I, önsöz’den)
Ben, bu sim etraflıca açıklamayı, anlatmayı çok isterdim, ama zayıf akıllı birisinin ayağının kaymasından, inkâra düşmesinden korkarım. Vahdet sırlarının nükteleri, mânâlan, sözleri, keskin çelik bir kılıca benzer. Eğer kalkanın yoksa geriye doğru kaç. Bu elmas kadar keskin kılıcın karşısına kalkansız gelme. Çünkü kılıç acımadan keser, kesmekten ona usanç gelmez. Bu yüzden ben, nükteler kılıcını kınına koydum. Bu konuyu gereği gibi derinleştirmedim. Yanlış okuyan biri ters anlamasın, aykırı mânâ vermesin. (I, 690-693)
Mesnevî hacim bakımından felekler kadar bile olsa yine de bu âlemi, hattâ âlemin küçük bir cüz’ünü bile ihata edemezdi. Hâlbuki çok geniş olan o yerler gök, darlıktan gönlümü paramparça etti. (I, 2098-2099)
Her okuyucu ancak aklı ölçüsünde anlar. (III, önsöz’den)
İlahî ve rabbani Mesnevi kitabının bir araya getirilmesinden dolayı Allah’a hamd eder, yüceliğini anarım.(III, önsöz’den)
Iş bilen, söz anlayan adama bu söz, hikâye değil. Hâlimi anlatıyorum ben, sevgilinin huzurundayım ben!(III, 1149)
Hadi hemen söyle ki söz, arkını açsın da bizden sonra yüzyıllar boyunca aksın dursun. Her devirde söz söyleyen bulunur; ama geçmişlerin sözleri daha faydalıdır, söz söyleyene yardım eder. Ey şükreden kişi, Tevrat, İncil ve Zebur da Kur’ân’ın doğruluğuna tanık değil mi? (III, 2537-2539)
…Gözlere nûrdur, ruhlara neşedir. Meyve devşirenlere yemişlerin en güzeli, en iyisidir. Dileklerin, isteklerin en hoşu, en ulusudur. Hastayı doktoruna çeker götürür. Aşığı sevgilisine alır ulaştırır… lllfet zamanını yeniler, mihnet çekenlerin güçlüğünü kolaylaştırır. Hak’tan uzak kalan, buna bakar okursa teessüfünü arttırır. Kuduluğa eren kişinin de sevincini, şükrünü çoğaltır. Hanende kadınlar kendilerini bezerler ya; işte bunu okuyan kişinin gönlünde de o hanendelerin göğüslerine asıp taktıkları inci, elmas ve mücevherlerden meydana gelen sevinçten ziyade bir sevinç ve neşe hâsıl olur. Bu, ilim ve amel ehline mükafattır!… ümidi, çöktükten sonra yükseltir. Ümidi, daraldıktan sonra yayar. Dağılan bulutlar arasından doğan güneş gibidir. (IV, önsöz’den)
Bu kitap, masal diyene masaldır. Fakat bu kitapta hâlini gören, bu kitapla kendini anlayan kişi de erdir! Mesnevî,. Nil ırmağının suyudur. Kıptî’ye kan görünür, ama Musa kavmine kan değildir, sudur! Bu sözün (Mesnevî’nin) düşmanı, şimdi gözüme şöyle görünmede: Cehenneme baş aşağı düşmüş! (IV, 32-34)
Ey Hak ziyası Hüsameddin! Benim de bu Mesnevî’den maksadım sensin. Mesnevî, ferileri bakımından da, asılları bakımından da (yani dalları, gövdesi ve kökü ile) tamamıyla şenindir. Onu sen kabul etmişsindir. Mesnevî’deki sözlerden maksadım senin sırrındır. Onu şiir hâlinde söylemedeki muradım senin sesindir. Bence senin sesin Hakk’ın sesidir. Hâşâ, âşık sevgilisinden ayrı değildir. (IV, 754-755, 758-759)
Mesnevî o kadar büyük ki; kırk deve bile âciz olur, çekemez! (IV, 790)
Sen Mesnevî’yi sadece okumak ya da dinlemekle hemencecik, ucuzca, bedavaca anlayacağını, istifade edeceğini mi sanıyorsun? Yahut yüksek hakikatler, hikmetli sözler ve gizli sırlar, kolayca kulağına girer, ağzına, aklına geliverir mi sanıyorsun? Bu hıkmederi, bu hakikatleri duysan bile, bunlar sana masal gibi gelir. Dışyüzünü duyarsın, iç yüzünü değil! (IV, 3459-3461)
Mânâ denizine susamışsan Mesnevî adasından o denize bir ark aç. O arkı o derece aç ki; her an Mesnevî’yi, ancak ve ancak mânâ denizi göresin. (VI, 67-68)
Söz, bil ki şu bedene benzer, mânâsı da içindeki candır. Baş gözü, daima bedeni görür, can gözü ise, hünerli canı. Mesnevinin sözlerindeki suret de sûrete kapılanı azdırır, yolunu kaybettirir, mânâya bakan kişiye de yol gösterir, doğru yolu buldurur. Allah da “Bu Kur’ân, gönül yüzünden bazılarına doğru yolu gösterir, bazılarının da yolunu azıtır” buyurmuştur. Ârif, “Şarap” dedi mi Allah için olsun abes görme. Ârife nasıl olur da bir şey yok olur? Sen, şeytanın içtiği şarabı anlarsan Hakk’ın şarabını nereden düşünebileceksin? (VI, 653-658)
Her dükkânın ayrı bir sanatı, ayrı bir kârı vardır. Mesnevi de yokluk dükkânıdır oğul. (VI, 1525)
Bizim mesnevimiz vahdet dükkânıdır. Onda vahdetten başka ne görürsen o puttur. (VI, 1528)
Ormanlardaki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa, yine Mesnevî’ye son yoktur. Dünya var oldukça, insanlar yaşadıkça Mesnevî’nin şiiri de yaşar durur, okunur, zevk alınır. Hatta dünyada toprak kalmasa, yapılan kerpiç de kurusa, yine Mesnevî’nin hakikat denizi coşar, köpürür. Köpüklerinden kıyılarında yeni topraklar meydana gelir. Orman kalmasa, ağaçlar tükense, ormanlık bu sefer denizin içinden biter, baş gösterir. (VI, 2248-2251)