Tâlib: Arapçada, taJeb eden, isteyen demektir. Tasavvuf okuluna kavdım yaptırma durumundakilere tâlib denir. Tâlib eskiden hemen tasavvuf okuluna almmaz, önce, bir süre durumu İncelenirdi. Bazen işin altından kalkıp kalkamayacağını denemek üzere hazırlık dersi yaptırılır, bu aşamada başarılı olanlara, esâs ders verilirdi:
Mürid: Arapçada, isteyen demektir. Allah’a vuslatı arzu eden, bir başka deyişle, Allah ’m ahlâkıyla ablaklanmak isteyen ve bu olgunluğun eğitimini venecek bir şeyh? (mürşide) bağlanan (öğrenci olarak kavdjıu yaptıran, bev’aî eden) kişiye mürid denir. Tasawulı anlamdaki olgunj^ mada dört merhale vardır. 1 Talib 2- Mûrid\ 3-Mutasavvıf, 4. Sûfi.
Mürşid : Arapçada, doğru mlu gösteren, uyaran, irşad eden demektir. Gerçek mürşid Hz. Muhanuned (sav)’dir. Diğer mürşidler, Onun ma-nevî mirasım elde etmeğe muvaffak olmuş kişilerdir. Tasaıvufî terim olarak, tarikat lideri anlamına da gelir. Aîiirşld olan kişinin, Allah in ahlakı-m tahakkuk ettirmiş olması. \ani, en azmdan fena makarama ulaşması şarttır. Her murşid. kâmil olmayabilir. Bu \iizden mürşidin kâmil olmayanları da bulunabilir. Mürşidin en makbulü, hem “kâmil” (kendi o/-gun), hem de “mükemmilM (başkasmı olgunlaştıran) olamdır.
Pîr : Farsçada, ihtiyar. Yaşlı kimselere pîr denir. Tasavvufta şeyhe, mürşide de pır adı yerilmiştir. Tarikat kurucusu şeyhlere de pîr denilmiştir.
Etrafında nice insan suratlı şeytan vardır. Bu sebeple, her ele el vermek, her ele bağlanmak, intisap etmek uygun değildir. Görmez misin? Kus tutan avcı, kuşu avlamak için ıslık çalar, kuş gibi ötmeye çalışır. O kuş, kendi cinsinin sesini işitir, havadan iner ve tuzağa düşer. Alçak bir kişi, bir takım saf kimseleri kandırmak için velilerin sözlerini çalar. Velilerin sözleri de, yaptıkları işler de aydınlıktır, sıcaktır, samimidir. Sahte şeyhlerin, aşağılıkların işi ise kandırmak, hile yapmak ve utanmazlıktır.
Erlerin sohbeti de seni erlerden eder. Katı taş ve mermer bile olsan, sahibine erişirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta canının içine dik! Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme! Âgâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!
Allah’ın emrini, Allah’a ulaşmış birisinden sor, öğren. Her gönül, Allah’ın emrini anlayamaz.
Bazen bir mürit, davacı ve yalancı bir şeyhe adamdır diye sadâkatle inanır, itikat eder. Bu itikat yüzünden öyle bir makama erişir ki şeyhi, o makamı rüyada bile görmemiştir. Bu sûrede müride su ve ateş bile zarar vermez. Hâlbuki şeyhe zararlıdır. Fakat bu nadirdir.
Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama tâlip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki… Hâli, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer. Kıble bulunmasa bile namazı caizdir.
Yol bilen pîrin ahvalini yaz. Pîri seç, onu yolun tâ kendisi bil. Pîri bul ki bu yolculuk pîrsiz pek tehlikeli, pek korkuludur, âfetlerle doludur. Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda bile kılavuz olmazsa şaşırırsın. Kendine gel! Hiç görmediğin o yola yalnız gitme, sakın yol göstericiden baş çevirme! Ey nobran! Pîrin gölgesi olmazsa gulyabani sesi, seni sersemleştirir, yolunu şaşırtır. Gulyabani (şeytan, sahte şeyh), sana sana zarar verir, yolundan alıkoyar. Bu yolda nice senden daha dahi kişiler kaybolup gittiler. Yolcuların yollarını şaşırdıklarını, kötü ruhlu Iblis’in onlara neler yaptığını Kur’ân’dan işit! Onları ana yoldan yüz binlerce yıl uzak olan yola götürdü, felakete uğrattı, çırılçıplak bıraktı.
Sen, Allah yolundakini, bütün ibadetler içinde Allah’a ulaşmış kişinin gölgesine sığınmayı seç. Herkes bir çeşit ibadete sa-nldı, kendisi için bir türlü kurtulma çaresine yapıştı. Sen, akıllı bir kişinin gölgesine kaç ki, gizli gizli savaşan düşmandan kurtulasın. Bu, senin için bütün ibadetlerden daha iyidir. Bu sûretle yolda ilerlemiş olanların hepsini geçer, hepsinden ileri olursun. Bir pır ele geçirdin mi hemen teslim ol; Mûsâ gibi Hızır’ın hükmüne girip yürü.
Ey hakikati arayan kişi! Hak dostu mürşid, senin gözün gibidir. Onu çerçöpten, tozdan temiz tut. Aklını başına al da, dil süpürgesi ile ona toz kondurma. Gözün gibi olan mürşidine çerçöp ve toz armağan etme.
Hakiki şeyh, Hak gibi aletsiz işler görür. Müritlere söz söylemeden dersler verir. Gönül, onun elinde mum gibi yumuşaktır..
Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hâle kor; o hâlde bulununca da başmı yer, mahvedip gider.
Nefs-i emmareyi pîrin, mürşidin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. Ey Hak tâlibi! O nefsi öldürenin eteğini sıkı tut. Mürşidin eteğini sıkı tutmak, ondan ayrılmamak, Allah’ın sana manevî bir lütfü, bir yardımıdır. Sana ne güç, ne kuvvet gelirse onun çekişinden gelir.
Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan. Ölü kimdir? Şeyhin canından, ruhunun yüksekliğinden haberdar olmayan!Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olma-dan daha iyi.
Şeyh kime derler? Şeyh; ihtiyar, yani saçı sakalı ağarmış adama derler. Fakat ey yanlış düşüncelere kapılan; bu beyaz kılın anlamını bil. Siyah saç, onun benliğinin sembolüdür. Saçların ağarması, şeyhin benliğinden, varlığından kurtulmasını gösterir. Saçı sakalı bembeyaz olunca, onun varlığından, benliğinden bir kıl bile kalmamıştır, demektir. Bu yüzdendir ki herhangi bir kişinin varlığı, benliği kalmayınca o pir olmuş, şeyh olmuş demektir. Onun ister saçı siyah olsun, ister kır, önemi yoktur. O siyah saç; insan vasfıdır, insan sıfatıdır. Nefsanî arzulara bağlılığı gösterir. Söylediğimiz kıl, sakal, bıyık kılları; söylediğimiz saç, baştaki saç değildir. Hz. Isa beşikteyken daha genç yaşma gelmeden; “Biz şeyhiz, biz piriz” diye bağırdı. Oğul! Eğer bir kişi bazı beşeri vasıflardan, nefsanî duygulardan kurtulur da bazıları kalırsa, o kamil bir şeyh olmaz. Sadece seneleri saymış, yaşlı bir insan olur. Bizim bedene ait vasıflarımızdan, beşeri duygularımızdan siyah bir kıl kalmamış ise, işte o kişi Allah’ın makbulü bir şeyhtir. Fakat bir kimse sadece yaşlansa, ihtiyarlaşa, saçı sakalı da ağarsa, bembeyaz olsa, o ne şeyhtir, ne de Allah’ın has ve makbul bir kuludur.
İnsan akılla pîr, yani kamil insan olur. Yoksa saçın, sakalın ağarmasıyla, yaşlı, ihtiyar olur. Pîrlik, ezelî bir baht eseridir. Bunun saçla ilgisi yoktur.
Çalışıp çabalamakla, can gıdasını nasıl elde edeceksin? Onu ancak sana bir şeyhin himmeti bağışlar. Nefis şeyhe uyduğunu,şeyhle beraber adım attığını görünce, ister istemez senin buyruğun altına girer. Şeyh senin dostun olunca, akıl o vakit köpek nefsini yener. Nefis yüzlerce gücü, kuvveti ile yüzlerce hüneri ile, marifeti ile bir ejderhadır. Şeyhin yüzü, ona karşı göz çıkaran zümrüttür. Nefis Allah velisinin huzurunda bulunursa onun yüz arşın uzunluğundaki dili kısalır, yani kötülüğe cüreti kalmaz.
Biz öyle hekimleriz, öyle Allah şakirtleri (talebeleri, müridle-ri)yiz ki Kmldeniz bile bizi gördü de yarıldı. Biz başkayız; insanın hastalığını, nabzına bakarak anlayan hekimler başka! Biz gö-nüle vasıtasız bakanz, bizim görüşümüz, anlayışımız yüzünden pek vücedir. Onlar, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran kuvvetlendiren doktorlardır. Hayvanî can, onlann tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar. Bizse iş ve söz doktorlarıyız. Bize ululuk nûrunun ışığı ilham vermektedir. Meselâ bu çeşit bir iş sana faydalıdır, öbürünün yolunu keser. Bu çeşit bir söz sana faydalıdır, başka çeşit bir sözse seni yaralar! O doktorlar, hastanın sidiğine bakar, hastalığını öyle anlar. Bizim delilimizse yüce Allah’ın vahyidir, hastalığı vahiyle anlanz. Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz, noksanlardan ari olan Allah’tan gelir. Haydi! illeti iyileşmeyen hastalan çağırıyoruz. Bizim ilâcımız, hastalara birebirdir.
Gök kubbe altında canlılardan, cansızlardan, hayvanlardan, bitkilerden ne varsa, her birisi öbürünün derdinden habersizdir. Yalnız bilen, kamil kişiler bunların derderini bilirler. Kâmil bir insanın eşyayı ve bütün varlıkları bildiği kadar, onlar kendilerini bilmezler. Amca, senin hâlini bir ârifin, bir gönül sahibinin bildiği kadar, sen kendin bilemezsin.
Mürit, önden çiden, kılavuz olan şeyhi sınamaya kalkışırsa eşektir. Din yolunda onu sınamaya kalkıştın mı, a hakikatten haberi olmayan, sen sınanmış olursun! Senin cüretin, senin bilgisizliğin çırçıplak olur, âleme yayılır. Yoksa o, bu araştırmayla nereden anlaşılır; nasıl meydana çıkar? A yiğidim, bir zerre, kalkar da dağı tartmağa girişirse terazisi parçalanır gider! Onlar da kendi akıllarınca bir terazi düzenler de Allah erini o teraziyle tart-mağa kalkarlar! Hâlbuki o, akıl terazisine bile sığmaz. Akıl terazisini bile kırar, parçalar! Onu sınmaya kalkışmayı, ona hükmetmeyi saygısızlık bil. Öyle bir manevi padişaha hükmetmeye kalkışma sakın!
Bu beden doktorları pek bilgilidirler. Senin hastalıklarını senden daha iyi bilirler! idrara bakıp durumunu anlarlar. Fakat sen, (manevî) hastalığını o tarzda bilemez, teşhis edemezsin. Sonra nabızdan, benizden, kandan da her türlü hastalığın kokusunu alırlar. Alemdeki Allah doktorları, artık sen söylemeden nasıl olur da hâlini anlamazlar senin? Nabzından, gözünden, benzinin renginden, sende derhal yüzlerce hastalık bulur, anlarlar. Beden doktorları, doktorluğu yeni öğrenmişlerdir zaten. Onlar, hastalığı teşhis için idrara vesaire muhtaçtır. Fakat kâmil Allah doktorları, uzaktan adını duydular mı, varlığının tâ derinlerine kadar girerler! Hattâ sen doğmadan yıllarca evvelki hâllerini bile görürler!
Nura ulaşmış şeyh, insana Hak yolundan haber verir. Onun sözü de yüzü gibi nûrludur, söylediği sözlere nuru da yoldaş eder.
Her şeyden haberdar olan bir şeyhin tedbirine uymadıkça, kalb gözün açık olmadığı hakle nasıl yol gidebilirsin?.
Pirden başka üstat ve başbuğ olmasın. Fakat yaş bakımından pır değil, doğru vol piri. Karanlığa tapan, pîrin emn altına girdi mi aydınlığı görür Şart teslim olmaktan ibarettir; uzun işe girişmek değil. Sapıklıkta at koşturmanın faydası yoktur. Ben bun« dan bövie esir (gök) yolunu aramam. Pır ararım, pir ararım, pır! Göklerin merdiveni pirdir, ok nereden fırlar, havalanır? Yaydan.
Bir akıllı er ara, ondan ayrılma. O zamanın Eflâtun’u ne derse ona uv. Kendine gel, heva ve hevesi bırak, onun dileğince hareket et