Müzik hayatımızın her anında olan, vazgeçilmez bir sanat biçimidir. Binlerce yıldır insanoğlu müzik üretir ve duygularını notalarla ifade eder. “Müzik evrenseldir” dendiğini duymuşsunuzdur. Örneğin bir Kafkas ezgisi, ya da Güney Amerikalı bir şarkıcının söylediği şarkı, nasıl bir hikâyeyle ortaya çıktığını bilmesek ve sözlerini anlamasak bile bizi etkileyebilir. Doğadaki sesleri duyunca da estetik bir haz oluşabilir. Yağmurun, ormanın ya da denizin sesi ile estetik haz duyabiliriz. Sadece insan eserleri ile kendimizi kısıtlamayız. Güzel olan her şeye kulak vererek ruhumuzu besleyebiliriz.
Bir kahramanlık öyküsü, bir halkın çektiği acılar ya da bir erkeğin bir kadına duyduğu aşk, bir annenin çocuğuna olan şefkati, vb. birçok hikâye şarkılarla ölümsüzleşir. Bu müzikler tüm dünya insanlarında benzer duyguları uyandırabilecek notalara sahiptir. Müzik ayrıca insanın iyi kendisini iyi hissetmesini sağlar. Türkler kurdukları şifahanelerde hastalara müzik dinleterek tedavi yolunu denemişlerdi. Ancak çok hızlı ritimdeki müziklerin insanı daha depresif bir ruh haline soktuğu da bilim adamlarınca ispatlandı. Müzikle tedavi alternatif bir tedavi yöntemi değildir, bir metodolojiye dayanılarak yapılır.
Günlük yaşantının karmaşasından bizi uzaklaştıran ve düşüncelere dalmamızı sağlayan, notaların ahengi içinde kaybolduğumuz müzik için “ruhun gıdası” demek bu yüzden çok isabetlidir.
Ayrıca Müzik konusunda ölçü şudur: Hangi müzik insanın ulvî hislerine hitap ediyorsa, dünyaya ait aşırı isteklerinde ve hırslarında bir törpülenme ve zayıflama, ahiret özlemlerinde bir artma ya da ölüm ve ötesine ait korkularında bir azalma meydana getiriyorsa, o müziğin faydalı olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşılık, hangi müzik insanın şehvanî hislerine hitap ediyor ve onu ulvî hislerden uzaklaştırıyorsa, o müziğin ruha gıda değil zarar ve zehir olduğu açıktır…