Çoçuğa bakmak kadının veya annenin vazifesi değil midir? Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem her şeyde olduğu gibi aile hayatında bize en güzel örnektir. Kadının doğurduğuna bakması veya bakmaması, normal şartlarda konuşulamaz bile. Yeryüzünde hangi anne çocuğuna bakmamayı tercih edebilir? Müslüman bir hanımın eşine iyi davranmasının bir diğer yönü de, çoçuklarının eğitim ve bakımıyla uğraşmasıdır. Tabi bu sadece kadının değil aynı zamanda erkeğin’de çoçuklara karşı görevleri vardır. Sadece ev hanımına bırakmaması lazımdır.
Evlilikte erkeğin de kadının da bir takım ahlaki görevleri vardır. Kadına aile içinde bir görev verilmediği zannedilmemelidir. Kadın, ev içindeki işlere, koca da dışarıdaki işlere bakmakla yükümlü tutulmuştur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ali ile Hz. Fatıma arasında böyle bir görev taksimatı yapmıştır.
Kadının çocuğuna bakması dini mecburiyettir, kanun değildir. Şayet çocuk başkasından süt almıyor, yahut da beyin durumu başkasını tutmaya müsait olmuyorsa, o zaman hanımın dini mecburiyetine kanunf mecburiyet de eklenir. Her iki cihetten de çocuğuna bakmaya mecbur ye mükellef olur.
Geçenlerde bir gazetede bir hanımın yazısı çıktı. İslâmiyetin kadınları koruduğunu ifade eden hanım, şöyle diyordu: ‘Bir kadın çocuğunu doğurduktan sonra işi biter. Kadın çocuğa bakıp beslemek mecburiyetinde değildir. Bundan sonrası beyine âittir. İslâm kadına böyle hak tanımıştır.’
Bu ifade doğru mu? Şayet doğru ise, ana sütünden başka bir şeyle beslenemeyen bu çocuğa baba nasıl bakacaktır? Çocuğu doğuran ananın hiç mi mecburiyeti ve sorumluluğu yoktur?”
Okuyucuma hemen ifade edeyim ki, mes’ele kısa ifade edilmiştir. Fıkıh açısından genişçe izahı şöyledir:
Hanım doğurduğu çocuğa bakmaya “diyaneten” mecburdur, “kanunen” değil. Okuduğu yazının demek istediği de bu olsa gerektir.
Yani, bey dinî mahkemeye başvursa da, hanım çocuğa bakmıyor dese, hâkim kadını mahkûm edemez, sadece nasihat eder, günahtır evlâdma bak, deyip serbest bırakır. Mecbur tutamaz.
Çünkü kadının çocuğuna bakması dinî mecburiyettir, kanunî değildir.
Şayet çocuk başkasından süt almıyor, yahut da beyin durumu başkasım tutmaya müsait olmuyorsa, o zaman hanımın dinî mecburiyetine kanunî mecburiyet de eklenir. Her iki cihetten de çocuğuna bakmaya mecbur ve mükellef olur.
Hamım “Ben senin çocuğuna (diyaneten) bakmaya mecburum, (kanunen) değil. Öyle ise bakım ücreti isterim,” diyemez. Böyle bir hak talebinde de bulunamaz. Çünkü çocuk ana-baba arasında ortaktır. Mecburiyet halinde hanım da mükelleftir.
Hanımların en bahtiyarı, Cennet hanımlarının en ileri geleni; olan Fâtıma vâlidemizdir. İşte bu Fâtıma vâlidemize evlendiği günü Resûlüllah Aleyhisselâm’m ilk nasihati şudur:
– Kızım, sen ev içi işle meşgul olacaksın. Beyin Ali de ev dışı işle meşgul olacaktır!
Nitekim Cennet hanımlarının önderi Fâtıma vâlidemiz, ev işlerini bizzat kendisi yapmış, yavrulan Hasan’la Hüseyin’i de yine bizzat kendileri besleyip büyütmüştür.
Ne var ki, bu bakım (diyâneten) vazife olmuş, (hukuken) vazife olmamıştır. Diyâneten vazife oluş da zaten kâfi gelmiş, başka müeyyideye hacet kalmamışür.
Nitekim hanımın ev işlerini yapması da yine (diyâneten) vazifedir. Kanunen değil.
Hanım bu noktaya dayanarak ev işlerinin dünyevî mecburiyeti yoktur, diye ifa etmese, bey de hanıma bakma mecburiyetindeki cömertliğini terkedip işi cimriliğe dökebilir. Mutfağa getireceği yiyeceklerden kaük emsini ihmal eder, sadece ekmekle iktifa edebilir. Hanımının bu hareketine karşılık da beye böyle bir hak doğmuş olur.
Demek ki, İslâm’da bir tarafa aşırı hürriyet verip di ğer tarafı ona mahkûm etmek yoktur. Her iki taraf da fıtrî yapışma, yaratılış özelliğine durumuna göre mükellef tutulmuştur. Biri bir vazifede ihmale gidecek olursa karşılığında bir başka haktan mahram olabilir.
Bu gibi ihmaller, beyin ev işlerini yapüracak birini tutmaya kuvvetinin var olup olmamasıyla alâkalıdır. Kudret varsa ihtimaller nazara alınmaz, yapacak birini tutabilir. Ama buna imkânı yoksa hanım için şifahî olan vazife resmiyete meyleder, mecburî mükellefiyet hâlini alır. Aksi halde karşılığında katıksız bakıma lâyık olmak gibi haller doğar.
Nimetü’l-İslâm’a bakılabilir.