Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında çok fark vardır. Müslüman alacaklı, borçlunun durumunu da göz önüne almalıdır. Kasten ödeme yapmayan, ödemesi gereken parayı kullanarak veya satabileceği malı daha avantajlı bir fiatla satmak üzere bekleterek, haksız kazanaç elde etme yolunu tutan borçlu ile, ödeme güçlüğü içine düşmüş borçlu aynı muameleye tâbî tutulmamalıdır.
Nişan, nikâh tamamdı. Ancak bir türlü oğlunun düğününü yapamıyordu. Hatta konu komşudan utanır da olmuştu. Nitekim bir gün iyi konuştuğu komşusu sordu:
İmam-ı Âzam’a göre borç verilen paranın aynı alınır, fazlası alınamaz.
İmam-ı Ebu Yusuf’a göre ise, borç verilen para, verildiği günü kaç gram altın satın alıyorsa ödeneceği gün de o miktar altını satın alacak para ödenir, faiz olmaz. Fetva da Ebu Yusuf’un bu görüşüne göredir.
Mahcubiyetle cevap verdi:
– Para meselesi. Elimizde, avucumuzda olanı harcadık, düğüne gelinceye kadar bütün imkânlarımızı kullandık. Gerisini getiremedik^ Kimseden de bir şey isteyemiyorum. Bu zamanda kim borç verir?
Hacıbey elini cebine attı, çıkardığı bir tomar parayı uzattı:
– Bunu al, düğünü hemen yap. Eline geçince ödersin!
Dünyalar kendisinin olmuştu. Kızara bozara parayı aldı, hemen düğünü yaptı ve yavrusunun yuvasını kurmuş oldu.
Sıra geldi aldığı parayı ödemeye.
Ne var ki, işleri bir türlü yolunda gitmedi. Komşunun kadirşinaslık ederek verdiği parayı bir türlü ödeyemedi. Arada sırada rastladığı sokakta kızara bozara özür diliyor, inşaal-lah yakında borcumu ödeyeceğim diyor, ama bir türlü de ödeyemiyordu.
Aradan tam bir yıl geçmiş, borcunu hâlâ ödeyememenin mahcubiyetini iyice duymaya başlamıştı.
Nihayet Allah imkânlar ihsan etti, biriktirmeye başladığı para, borcunu ödeme fırsatını da verdi. Hemen Hacıbey’in kapısını çaldı.
– Geciktiğim için kusura bakmayın, ancak toparlayabildim. Borcum ne kadar acaba bildirir misiniz?
Hacıbey biraz hayretli karşılık verdi:
– Sen bilmiyor musun ne kadar borcun olduğunu?
– Biliyorum!
– Öyle ise neden bana soruyorsun?
– Efendim, benim sorduğum aldığım paranın kendisi değildir. Benin öğrenmek istediğim bana verdiğin paranın bugünkü kıymetidir. Enflasyon sebebiyle o para bugün pul oldu nerdeyse. Bu yüzden o günkü paranın fazlasını ödemeliyim ki, benim yüzümden ziyana girmiş olmayasın. Onu soruyorum. Ne kadar borçluyum size?
Hacıbey bu teklife kızdı ve çıkıştı da:
– Rica ederim, bana bu yaştan sonra fâiz mi yedireceksin? Ben sana ne kadar ödünç vermişsem ancak o kadarını alırım, fazlasını asla!
– Olur mu efendim, paranın kıymeti düştü. Aynını ödersem ziyan etmiş olursun. Bana yaptığm iyilik yetmiyormuş gibi bir de ziyana mı sokayım seni?
Derken iş uzar ve meseleyi itimat ettikleri bir hocaefen-diye götürürler. Hocaefendi durumu şöyle izah eder:
– İmam-ı Âzam’a göre borç verilen paranın aynı alınır, fazlası alınamaz.
İmam-ı Ebu Yusuf a göre ise, borç verilen para, verildiği günü kaç gram altın satın alıyorsa ödeneceği gün de o miktar altını satın alacak para ödenir, faiz olmaz. Fetva da Ebu Yusuf un bu görüşüne göredir.
Bu takdirde borç veren ziyan etmez. Borç almış olan da alacaklısını ziyana sokmaktan kurtarmış olur, mahcubiyet hissetmez.
Sonuç, Ebu Yusuf un görüşüne göre düzenlenir.
Hacıbey böylece ziyan etmekten kurtulmuş olur. Borçlu da ziyana sokmamış oldum hissiyle mahcubiyetten kurtulur. İki taraf da gönül huzuru içinde tokalaşır, ayrılırlar.
Size bir şey söyleyeyim mi.
Aramızda böyle borçlu ile böyle alacaklı bulunduğu müddetçe kıyamet kopmaz, endişe etmeyin.