Yapılacak muayyen veyâ meçhûl bir iş karşılığında belli bir ücretin verilmesini taahhüt etmektir. Ciâle, her iki tarafın muvâfakat göstermesiyle câiz olur. Böylece; Benim şu malımı getirene, şu kadar veririm» diyene atfen» biri getiriverirse, söz konusu ücreti, malı getirme işi karşılığında almaya hak sâhibi olur.
Hanefilere göre, ciâle caiz değildir. Çünkü ödül vâ’dinde, yapılacak iş ve sürenin belirsiz olması sebebile garar (riziko) vardır. Burada Hanefîler,
iş, kiralanan, ücret ve sürenin bilinmesi şart koşulan diğer iş (icâre) akitlerine kıyas yaparlar. Ancak onlar yalnız üç gün ve daha uzak yerden
kaçak bir hayvanı geri getirene bir ödül vermeyi önceden va’d edilmese bile istihsan yoluyla caiz gördüler. Burada ödülün miktarı, üç günlük
yolculuk masrafı (nafaka) karşılığıdır. Mesafe kısalırsa ödül miktarı da o nisbette azalır (el-Kasânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’ VI, 203-205, el-Meydânî, ellübâb, II, 217 vd.).
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, ciâle caizdir. Delil olarak kitap ve sünnete dayanırlar. Yusuf peygamberin kardeşleriyle olan kıssası Kur’an-ı Kerîm’de şöyle anlatılır: Yusuf (a.s.) kıtlık yılında Mısır’a gelen ve kendisini tanımayan kardeşlerini misafir eder. İşlerinden çok sevdiği Bünyamin’in Mısır’da kalmasını arzu etmektedir. Onun buğday çuvalına krala ait altın tası koyar ve hırsızlık yaptığı bahanesiyle onu alıkoymak ister. Arama yapan görevliler şöyle derler: “Melik’in su kabını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var. Ben de buna kefilim” (Yusuf,12/72). Burada kabı bulana ödül vâdedilmiştir. İkinci delil şu hadistir. Bir grup sahabe İslâm’ı tebliğ için bir yerleşim merkezine giderler. Ancak iyi karşılanmazlar. Oradan ayrıldıkları sırada, kabile reisini yılan veya akrep ısırır. Çaresiz kalan adamları, sahabilere yetişip tedavi için yardım isterler.