Son zamanlarda cuma namazının kılınmaması için mücadele verenler türedi. Özellikle Diyanet mensuplarına uymamakta ve onlara uymamak için mücadele vermektedirler, bu husustaki düşünceleriniz nedir?
İslâm dini hüsnüniyete dayalı fikrî ihtilâf veya kanaat farklılıklarım normal karşılar. Cuma namazının farziyeti konusunda Türkiye’de iki farklı kanaatin ortaya çıktığım müşahede etmekteyiz. Bir kısım müslüman cuma namazı farz değildir demektedir. Bunların kanaatlerine karışmıyorum. Her insan Rabbülalemin huzurunda imtihan verecektir. Ancak üzüldüğüm nokta dinî bir meseleye şahsî ve mizacî heyecanların katılarak ortalığın bulandırılmaya çalışılmasıdır.
Dindar ve samimi gençlerin istikametini değiştirip cami ve cemaatten uzaklaştırmak cihad olmadığı gibi fazilet de değildir. Burada müslüman kardeşlerime bir iki hususu hatırlatmak istiyorum: Asr-ı Saadetten bu yana müslümanlar hakim oldular, mahkûm da oldular. Ama hiç bir zaman şeairi İslâmiyyenin başında gelen cuma ve cemaati terketmediler. Zaten bu toplum cuma ile cemaati büsbütün terketseler İslâmiyetle olan bağlan kopar. Cuma ve cemaatle uğraşanların müslümanları ve özellikle gençlerimizi camiye, cemaate ısındırmalarım tavsiye ediyorum. İslâm âlemi perişan haldeyken, binbir zulümle karşı karşıya bırakılmışken cuma ve cami etrafında birleşmek, birbirimize İslâm’ı anlatmak ve öğretmek daha faydalıdır. Bu hususta sözü fazla uzatmak istemiyorum. Durum müslümanlann malûmudur.
Şimdi, cuma namazının İslâm’a göre hükmü nedir, onu kısaca izah etmeye çalışalım:
Cuma namazı, hür, akıllı, bâliğ, mukim erkek ve hasta olmayan her müslümana farzdır. Farziyeti, Kur’an-ı Kerîm, sünnet-i se-niyye ve icmâ-ı ümmetle sâbit olmuştur. Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
“Ey imân edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır” (109).
Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse cuma namazını kılsın. Ancak kadın, yolcu, köle ve hasta olan kimse müstesna” (110).
Başka bir hadîste şöyle buyuruyor:
“Aklı başında olan herkesin cuma namazına gitmesi farzdır.”
Diğer bir hadîste de şöyle buyuruyor:
“Allah’u Teâlâ, aldırış etmeden üç cuma namazını terk eden kimsenin kalbini mühürler.”
Cuma namazını kılmak hususunda ashâb-ı kirâm ittifak ettikleri gibi tâbi’în de ittifak etmişlerdir. Hattâ Abdullâh bin Ömer gibi birçok Ashâb Haccâc gibi zâlimlerin arkasında cuma namazını kılmışlar ve hiç bir zaman terketmemişlerdir.
Abdullah bin Ebi Hüzeyl şöyle diyor: “Abdullâh bin Zübeyr’e karşı gelen zulüm ve yalanlarıyla meşhur hattâ peygamberlik iddiasında bulunan el-Muhtâr bin Ebî Ubeyd bin Mes’ûd es-Sekâfı, Irak’ta hâkim olduğu zaman arkasında cuma namazını kılmamaktan söz ettik. Ama sonra biz müslümanlar arkasında cuma namazını kılmak hususunda ittifaka vardık ve yalanının kendisine âit olduğunu söyledik” (111).
. Yukarıda zikredilen hadîslerden de anlaşıldığı gibi cuma namazı çocuk, kadın, yolcu, köle ve hasta olan kimse müstesna herkese farzdır. Ancak veliyül emrin izni meselesi cuma namazının edâ şartlarından biri olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır. Şâfiî, Mâlikî
ve Hanbelî mezheblerlne göre cuma namazıyla diğer namazlar arasında fark yoktur. Velîyül-Emir olsun olmasın, varsa da izni bulunsun bulunmasın, herhangi bir mâni olmazsa mutlaka cuma namazı kılınacaktır. Hanefî mezhebine göre ise müslümanlann başındaki idareci müslüman ise cuma namazını kılabilmek için onun izni şart koşulmuştur. Şayet halkın başındaki müslüman idareci cuma namazının kılınmasına müsaade etmez veya idareci müslüman olmazsa o zaman müslüman halk, uygun gördüğü bir kimsenin arkasında cuma namazını kılacaklar (112).
Hanefî mezhebinde cuma namazı için veliyülemrin izni, namazın sıhhati için setr-i avret şartı gibidir. Yemi namazın sıhhat şartlarından biri setr-i avrettir. Avreti örtecek bir şey bulunsa mutlaka avreti örtmek icâb eder. Varsa avreti örtmeden namaz kılmak sahîh değildir. Avreti örtecek bir şey bulunmazsa namazın farziyeti sâkit olmaz. Avreti örtmeden de namaz kılmak icâb eder. Yani cuma namazının kılınması zaruridir. Yalnız idareci müslüman olduğu takdirde izniyle edâ edilecektir. Şayet idareci müslüman olmazsa veya müslüman olduğu halde izin vermezse imkân olursa yine kılınacaktır.
Hz. Osman (ra) cuma günü, muhasarada olduğu için cuma namazını kıldırma imkânını bulamadığı gibi kimseye de izin vermedi. Fakat Hazret-i Ali(ra) müslümanlara cuma namazını kıldırdı (113).
Yukarıda yaptığımız açıklamadan anlaşılıyor ki dârülharb olsun, dârül İslâm olsun idâre şekline bakmadan cuma namazı kılınacaktır.
Ebû Dâvûd, İbn Mâce, İbn Hıbbân ve Beyhakî’nin rivayet ettiklerine göre Medine’ye yakın Nakî’ül-Hadimât ismindeki yerde hicretten evvel ve İslâm hâkimiyeti olmadan evvel ilk cuma namazı Esat bin Zürâre tarafından kıldırıldı. İbn Hacer Tuhfetül Muhtâç isimli kitabında şöyle diyor: “Cuma namazı Mekke’de farz kılındı. Ama müslümanlann sayısı az olduğu veya sıkışık bir halde oldukları için Mekke’de değil, Medine’de kılınmasına başlandı.”
Dâre Kutnî’nin rivayetine göre de Peygamber (sav) hicret etme
den önce cuma namazını kılmak için imkân bulamadı. Kılınması için Mus’ab bin Umeyr’e yazı yazdı (114).
Bir imâm İslâm’a bağlı ve ehil olursa kim tarafından tâyin edilirse edilsin müslüman ve ehil olduğu için arkasında namaz kılmak câizdir. Ama İslâm’a inanmaz veya ehil olmazsa müslüman bir idâreci tarafından tâyin edilse de arkasında namaz kılmak caiz değildir.
Cuma namazını kılmak veya kılmamak hususunda şuna buna bakmamalı. Asr-ı sâadete, tarihe ve İslâm âlemine bakmalı. İslâm âleminin kırk küsur ülkesi vardır. Bir iki ülkesi hariç bütün ülkelerde idare İslâmî değildir. Hepsinde de imâmlar halk tarafından değil, idareciler tarafından tayin edildikleri halde hiç bir yerde cuma ve cemaat boykot edilmemiştir. Farz-ı muhal olarak cuma namazı Hanefî mezhebinde farz olmasa da İslâm’ın maslahatı için diğer mezheblere göre hareket etmek zorundayız.
(109) el-Cum’a sûresi, âyet 9
(110) Mühezzeb, c. I, s. 109
(111) el-Muğnî li İbn Kuddâme, c. 2, s. 149
(112) İbn Abidin, c. 1, s. 540
(113) Kurtubî, c. 18, s. 113
(114) Alûsî, c. 28, s. 100