Hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk, dinimizin çirkin gördüğü en büyük günahlardandır. Ayrıca Devlet mallarını, sorumlu amirin izni olmadan şahsi işlerinizde kullanmamız caiz olmaz. Kamuya ait malzemeleri kişisel işlerimiz için kullanmak doğru değildir. Bu bakımdan kişisel işler için internete girilmemelidir. Bu konuda ilgili yönetmeliklere uygun hareket etmelidir.
Özetle, devlete ait bir mal, kimseye miras kalmaz ve varislerine hibe edemez. Eğer hibe edilmişse, devlete iade edilmesi gerekir.
İslâmiyet’in ilk dönemlerinden itibaren hukukî ve beşerî ilişkiler dinî ve ahlâkî yönleriyle birlikte bir bütün halinde işlenmiş, bu sebeple de paylaşılmadan önce ganimetlerden bir şey çalan kişinin dünyevî hükümlerin yanı sıra ahiret hayatında göreceği ceza da özel olarak vurgulanmıştır.
Makam yükseldikçe vebali çoğalır, mükellefiyeti de artar. Getireceği imkânın mm yanında yükleyeceği mesuliyetin ağırlığı da sahibini düşündürmesi gerekir. Hatta bu düşünce ile o makama gelenlerin geceleri uykularından olmaları, gündüzleri de rahat bir nefes alma fırsatı bulamamaları icabeder…
İnsanlarda mesuliyet hissi azaldıkça makam ve mevki hırsı da artıyor, belli mevkilere gelebilmek için adeta savaşlar veriliyor, büyük mücadeleler yapılıyor.
– Neden böyle büyük mücadeleler göze almıyor?- O makam ve mevkiin getireceği imkânlar, vereceği ikballer hesaba katılıyor da ondan.
– Ya oranın mesuliyeti, vebali, mükellefiyeti?
– Hayır. Onu hesaba katan yok!. Sadece getireceği imkân, bahşedeceği fırsat düşünülüyor.
Mevki sahipleri bu hale gelince, düşün sen onlara iş yaptıracak milletin halini…
Halbuki kanundur, makam yükseldikçe vebali de çoğalır, mükellefiyeti de artar. Getireceği imkânın yanında yükleyeceği mesuliyetin ağırlığı da sahibini düşündürmesi gerekir. Hatta bu düşünce ile o makama gelenlerin geceleri uykularından olmaları, gündüzleri de rahat bir nefes alma fırsatı bulamamaları icabeder… Ehliyetli, mesuliyetli insanların değerlendirmesi budur.
Size bu konuda ibretli bir hâdise nakledeyim bugün. Memuriyetini kötüye kullanan insanların kabir halini gösteren bu olay, herhalde günümüzün mesuliyetsiz insanına bir şeyler söylüyor olsa gerek…
Tesbit, onuncu asır alimlerinden İbn-i Hacer Heyte-mî’nin “Ez-Zevacir”inden.
Resûlüllah’ı bir gölge gibi takip eden Ebu Rafi, şahit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatıyor:
Resûl-i Ekrem Hazretleri, ikindi namazmı kıldıktan sonra Abdül-Eşhel oğullarına gider, akşama kadar da orada konuşurdu. Yine bir gün böyle bir sohbetten sonra, oradan dönmüş, akşam namazına erişmek için acele ile yürüyordu. Bakî mezarlığının yanından geçerken Resûl-i Ekrem iki defalİ
– Yazıklar olsun sana! Yazıklar olsun sana! diye hitap etti.
Ben buna üzüldüm, üzüntümden dolayı da süratimi azaltıp geride kaldım. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Hazretleri:
– Ne oluyor, yürüsene, diye seslendi.
Ben de durumu sormak istedim:
Yâ Resûlallah, ben bir şey mi yaptım? dedim.
Nerden böyle sordun? buyurdu.
-Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun sana! dediniz ya, deyince, şöyle izah etti durumu:
-Ben sana demedim onları. Şu mezardaki adam için söyledim bunları. Onu ben falan kabileye zekât memuru olarak göndermiştim. O da memuriyetini kötüye kullanmış, topladıklarının içinden bir hırkayı kendine ayırmış, çalmış. Şimdi aldığı bu hırka sırtında ateşten bir gömlek, bir hırka olarak giydirilmiş vaziyette bulunmaktadır. Ona üzüldüm, ona hitap ediyorum.
Bir hırka hortumlamanm neticesi böyle olunca, acaba deveyi hamuduyla yutanlar, yutulmasına göz yumanlar nasıl olacak. Bunu hiç düşünüyorlar mı?