Mezherler arasındaki ihtilâfın geniş olmasının başlıca üç sebebi vardır:
1— Peygamber (sav), vefât ettiğinde Kur’ân ve sünnet’ten başka bir şey bırakmamıştı. Bununla beraber kısa zaman içerisinde İslâm ülkesi çok genişledi. Sahabe de İslâm âlemine dağıldılar. Kimi Irak’ta, kimi Mısır’da, kimi Şam’da yerleşti. Herkes Peygam-ber’den ne duydu veya gördü ise onu rivâyet edip anlattı. Tabi’i olarak bu sahâbenin her birisi Peygamber (sav)’in söylediği veya yaptığı her şeyi duymamış ve görmemiştir. Bu değişik rivayetler ihtilâfa sebebiyet vermiştir.
2— Bazı hadislerde ittifak vâki’ olduğu halde telâkki ve anlayış hususunda ittifâk vaki olmamıştır. Meselâ Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Köpek ağzını sizden birisinin kabına koysa biri toprakla olmak üzere yedi defa onu yıkasın.” İmâm Şâfi’î bu hadisi olduğu gibi kabul ediyor. Hanefi ulemâsı ise biri toprakla olmak üzere yedi defa kabı yıkamayı emreden hadis mensûh’dur ve buhadis İslâm’ın ilk günlerinde vârid olmuştur demişlerdir.
3— Çeşitli milletler İslâm dinine girdiği için her milletin âdeti ayrı, kanûn ve nizâmı ayrı idi. İmâm-ı A’zam ve arkadaşları Irak’da, Evzâ’î ve arkadaşları Şam’da, Şâfi’î ve arkadaşları Mısır’da bulunuyorlardı. Bu gibi zevât her memleketin âdet ve kanunlarını ele alıp İslâm’ın süzgecinden geçirdiler ve o, alanda çeşitli içtihatlarda bulundular ve bu sebeple ihtilâf meydana geldi.
Dört Mezheb’den başka bir mezhebi taklid etmek câiz değildir
Aslmda Kur’ân ve sünnetin terbiyesi altında; bildiğimiz dört müctehid’den başka; Sa’id bin al-Museyeb, Atâ, Sufyânal-Sevrî, Sufyân bin Uyayne,Evzâ’î ve Davûd gibi birçok müctehid yetişmiştir. Ama bunların mezhebleri zamanında tedvin edilmediği için yayılma isti’dadı göstermediler. Ancak Zeyd bin Ali ile Ca’fer al-Sâdık’in mezhebleri, zamanında tedvin edilmediği halde onların mezhebinde bulunduklarım iddi’â eden Zeydiye ve Ca’feriye fırkaları vardır. İbn al-Salâh dört mezhebden başka mezhepleri taklid etmenin câiz olmadığına dâir icmâ’ı nakletmiştir (2).
Bu hakk mezheblerden birisini taklid eden kimse hayatı boyunca o mezhebde kalması gerekmez. İstediği zaman tamamen veya kısmen başka bir hakk mezhebi taklid edebilir (3).
İbn Hacer şöyle diyor: Bir kimse bir mes’elede tâbi olduğu mezhebden başka bir mezhebi taklid ederse o mes’eleye bağlı olan şeylerde de taklid etmesi gerekir. Meselâ namazda Hanefî mezhebini taklid ederse abdest ve gusulde de taklid etmesi lâzımdır.
İbn Ziyad ise diyor ki: Namaz ayn, abdest ayrıdır. Namazda Hanefi mezhebini taklid eden kimse abdestte de onu taklid etmesi gerekmez. Yâni abdesti Şâfli’ye göre alır, namazı Hanefi’ye göre kılarsa be’is yoktur (4).
Ulemâ’nın çoğu bu dört mezheb’den birisini taklid etmenin lâzım olduğunu söylüyor.
Bazıları da mu’ayyen bir mezhebe bağlı olmak gerekmez diyor.Herhangi bir mezhebi nazar-ı i’tibâra almadan bilen kimseye, bilinmeyen mes’ele sorulabilir, al-‘izz bin ‘Abdüsselâm ve al-Şeref el-Bârızî böyle fetvâ vermişler. Gazali de bu kana’attedir. Binâenaleyh bir kimse bir mezhebe bağlı kalmadan Allah’a kulluk ederse dinsiz değildir (5). Ancak mu’ayyen bir mezhebe bağlı kalarak Allah’a te’abbud etmek daha iyidir. Gerektiği zaman başka mezhebi taklid etmek de caizdir.
(2) Buğyetûl-Musterşîdin s. 8, El-Fetava’l Kübra c. 4, s. 307
(3) Rad al-Muhtâr c. 1, s. 51, al-Mizân al-Kubrâ c. 1, s. 39
(4) Fethu’l-Mu’în c. 4, s. 217-218
(5) el-Fetevâ al-Kübrâ c. 4, s. 305