Öşür vergisi Kitap, Sünnet ve Icmâ delillerine dayanır. Öşür yükümlüsünün müslüman olması gerekir. Gayrı müslümlerden öşür vergisi alınmaz. Mümeyyiz ve gayrı mümeyyiz küçüklerle akıl hastalarının ürünleri de, arazı, öşür arazısi olunca öşre tabidir.
Hz. Peygamber’in toprak ürünlerinin zekâtı ile ilgili aşağıdaki şu hadisi hemen bütün hadis ve fıkıh kitaplarında zikredilir:”Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde öşür (1/10), kova (el emeği) ile sulananlarda nısf öşür (1/20) vardır” (Buhârî, “Zekât”, 55).
Buna göre toprak ürünlerinin zekâtı toprağın sulama tekniğine göre belirlenmektedir. Toprak emek sarfedilmeden yağmur, nehir, dere, ırmak ve bunların kanalları ile sulanıyorsa zekât olarak mahsulün 1/10’u; kova, dolap, motor veya ücretle alınan su ile sulanıyorsa 1/20’si verilecektir.
BEŞ ÇEŞİT ARAZİ VARDIR.
1— Arazi’yi öşriye: Müslümanlar tarafından kahren fetih edilip müslümanlarla temlik edilen arazi ile, ahalisi kendi arzusu ile müslüman olmuş olan arazidir.
2— Arazi-yi harâciye: Müslümanlar tarafından fetih edilip, müslüman olmayan yerlilere temlik edilen arazidir.
3— Arâzi-yi miriye: Müslümanlar tarafından fetih edilip İslâm devletinin temellükü altında bırakılan arazidir.
4— Arâzi-yi memlûke: Devletin arazisi iken müslim veya gayr-i müslime satılan veya hibe edilen arazidir.
5— Arâzi-yi emvât: Hiç işlenmemiş veya sâhibi olmayan arazidir. Üç mezhebe göre, arazi hangi çeşitten olursa olsun zekâta tâbidir (41). Hanefî mezhebinde ise arâziyi öşrîye kesin olarak zekâta tâbii olduğu gibi, arâziyi mirîye ile harâciye zekâta tabi değildir. Arâziyi memlûke ise arâziyi öşrîye gibi zekâta tâbi’dir (42).
Türkiye arazisi bu kabildendir. Yâni vaktiyle mirîye ve devletin malı olup bilâhare vatandaşlara bedelsiz olarak temlik edilmiştir. Bu temlik de mu’teberdir.
Çünkü devlet maslahata binâen vatandaşa devlet malından yardım edebilir. Arâzi ve başka mallar arasında hiç bir fark yoktur
(43). Binâenaleyh Türkiye’nin arazisi öşre tabi değildir demek hatadır.
(41) Hidâye, Feth’ül-Kadir c. 4, s. 366
(42) Büyük İslâm İlmihali, s. 463
(43) İbn Abidin c. 3, s. 265