Bir çoğumuzun aklına veya başına öyle şeyler geliyor ki ne şekilde sorucağımızı bilmiyoruz. Evet bazı mahrem veya halk dilinde ayıp olacak bazı soruların cevabını bulmak için başkasına sormak lazım. Soru sormazsanız nasıl bilgileneceksiniz tabi ki sormanız gerekeni soracaksınız . Güzel islam da mahrem konularınıza gerekli cevabıda alırsınız zaten. Peki Ayıp olan konuları veya mahrem konularda soru sormak caiz midir?
Bir şeyi öğrenmek kadar doğal ne olabilir ki?
Rasûlullah (sav)’ın hayatında en mahrem konular bile konuşul muş, en nihai cevaplar veriImiş, hatta konuşması ayıp sayılacak özel hallerin bile sorulup hükümlerinin açıklandığı görülmüştür.
Denilebilir ki İslâm’da hayati derecede ehemmiyeti haiz 1 olan bütün meseleler izah edilmiş, sorulup cevapları alınmış, mensuplan ortada bırakılmamış, ne yapacağını bilemez hale terk edilmemiştir.
Rasûlullah (sav)’m hayatında en mahrem konular bile konuşulmuş, en nihai cevaplar verilmiş, hatta konuşması ayıp sayılacak özel hallerin bile sorulup hükümlerinin açıklandığı görülmüştür.
İsterseniz size en mahrem sorulardan birinin soruluş şekliyle verilen cevabı aynen arz edeyim de görelim ne türlü sorular sorulmuş, nasıl bir açıklıkta da cevaplanmış, mesele ortada kalmaktan kurtanlmıştır.
Nitekim böylesine hassas sorular sormaktan çekinmeyen Medineli hamımlar pek beğenen Aişe validemiz takdirlerini dile getirmekten kendini alamayarak şöyle demiştir:
“Medineli Ensar hanımları ne iyi hanımlar, utanma duygulan İslâm’ı öğrenmelerine mani olmadı. En mahrem soruları bile sordular, cevaplarını alarak İslâm’a hizmette bulundular.” (Nisaü’s-Sahabe)
Aişe validemizin takdirlerine sebep olan bu sorulardan birini büyük sahabi Ebu Talha’nın hanımı Ümmü Süleym şöyle sorar. Der ki: “Ya Rasûlallah, bir hanım rüyasında kocasıyla münasebette bulunduğunu görse gusül lazım gelir mi?”
Rüyada biriyle ilişkide olduğunu görmek gusl gerektirmez; şayet bundan dolayı bir akıntı gelmezse. Eğer bir akıntı gelmişse gusül lazım gelir.
Böylesine mahrem bir soru üzerine orada bulunan annemiz Ümmü Seleme ise yere bakarak söylenir:
“Evin yıkılmasın ey Ümmü Süleym, kadınları rezil ettin Rasûlullah (sav)’ın yanında. Böyle soru sorulur mu?”
Soru sahibi Ümmü Süleym hiç de çekinmez ve der ki:
“Biz hanımların da soru sorup öğrenme hakkımız yok mu? Utanıp da cahil kalmaktansa sorup da bilerek yaşamak daha doğru olmaz mı?”
Efendimiz (sav) soru sahabine karşı asla isteksizlikte bulunmaz da hemen cevabım vererek şöyle buyurur:
“Rüyasında ilişkide bulunduğunu gören, uyanınca kendinde ıslaklık görürse gusül lazım gelir. Böyle bir yaşlık gelmediği bilinirse yıkanmak lazım gelmez.”
Elbette, mahrem sorulan soran sadece bu hanımdan ibaret değildi. Aynı soruyu büyük sahabi Saad’m hanımı Sehle’nin de sorduğunu görmekteyiz.
Diyor ki:
“Ya Rasûlallah, bizden birisi ihtilam olursa gusül lazım gelir mi?”
Efendimiz (sav)’in cevabı yine aynı:
“Evet, gusül lazım gelir, eğer suyun geldiğini anlarsa.”
Yani çamaşırını ıslatan bir yaşlığın geldiğini tespit ederse.
Bundan olacak ki fıkıh kitaplarında hüküm şöyle tespit edilir:
Rüyada biriyle ilişkide olduğunu görmek guslü gerektirmez; şayet bundan dolayı bir akıntı gelmezse. Eğer bir akıntı gelmişse gusül lazım gelir. Bunu çamaşırdaki yaşlıktan da anlamak mümkün olabilir.
Evet, İslâm ilim dinidir, bilgi ve anlamak halidir. Bilgi ile amel etmek, bilerek yaşamak gerekir.
Nitekim ta o çağlarda bilgi esas alınmış, en mahrem sorular böyle sorulmuş, en nihai cevaplar da böyle verilmiş, bilmeyenlerin şahsi idrak ve yorumuna terk edilmemiştir. Daha doğrusu, mühim olan hiçbir konu, belirsizliğe bırakılmamıştır.
İlmin böylesine esas oluşundan dolayıdır ki Rabbimiz, ayetinde biz kullarına şöyle sormuştur:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
Ne dersiniz, olur mu? Bu gibi sorular sorulup da cevabı bilgimize sunulması mı iyi oldu; yoksa sorulmasa da bilgisizce kalsak mı iyi olurdu? Fayda hangisinde? İlimde mi, cehilde mi?
İslâm ilmi tercih etmiştir.