Birçok insan vardır ibadetlerden soğumak ve tat alamamak adına uzaklaşırlar. Hatta bazen belki birçoğumuz duymuşuzdur“Namazlarımdan tat veya zevk alamıyorum.” efendim Zikirden zevk alamamak ve huşu sağlayamamak duygusunu habire sorguluyoruz. Peki İbadetten Zevk Duymak Şart mı?
İbadetlerinde zevk almak, heyecan duymak hemen hepimizin hoşuna giden bir güzel mazhariyettir. Ama bazen de karmakarışık bir ruh haliyle yaptığımız bu gibi ibadetlerimizden bazen ümitsizliğe bile düşüyor, ruhi zevk almadan, derin huzur duymadan yapılan ibadet makbul olmaz diye de vesveselere giriyoruz, bir gevşeme söz konusu oluyor.
Öncelikle bilinmesi gereken; ibadetlerimizde lezzet duyarsak, bunun bizi teşvik için verildiğini bilmeliyiz. Bunu herkes arzular. Bu derinlik olmalıdır da… Ancak duymazsak, bozulduğumuzun, manen sukutumuzun işareti saymamalı, yâni iezzetçilik peşinde koşan zevk ibadetçisi haline gelmemeliyiz. Çünkü Kulluk, esas “yapmam gerekiyor” duygusu, inancı ile yapılandır. Bu hedefe ulaşmak için de, ne olursa olsun ibadetlere devam edilmelidir.
Devam ede ede ibadet bir gün insanın tabiatıyla bütünleşir ve artık insan ibadetlerdeki en ufak bir kusuru bile çok büyük bir eksiklik olarak duymaya başlar.
Ahmet şahin hocamız kitabında şöyle anlatıyor.
yazdığım bir yazıda, namazda duyulan ibadet vecdinden söz etmiş, İslâm büyüklerinden de misaller arzetmiştim. Faydalı ve ibretli misaller olarak gördüğüm o vak’alan naklederken bir hayli de duygulanmış, onlara yaklaşamadığım için de hayıflanmışüm.
Bu defa aynı mevzuya temas eden bir okuyucum diyor ki:
– Namaza başlayınca dünyasmı değiştirip başka âlem ve ruh haletine giren İslâm büyüklerinden misaller verip, örnekler naklettiniz. Hattâ bunlardan kimi namazda iken evi yandığı hadde namazım bırakmıyor, ibadete devam ediyor, sonra da “öteki dünyanın ateşi bu dünyanın ateşinden daha etkili geldi de onun için evimin ateşi dikkatimi çekmedi” şeklinde bir ifade kullanıyor.
Bir başkasmm atı çalmıyor. O da namazını bırakıp da hırsız peşinde koşmuyor. Namazdaki vecdinin attan daha kıymetli olduğunu ifade ediyor…
Bütün bu örnekler karşısında bir de ben kendimi yokluyorum. Bakıyorum ki, bende ne öyle bir vecd ve huzur var, ne de namaza başlayınca âlem değiştirme, farklı ruh haletine girme durumu mevcut…
Peki benim namazım ne oluyor, nasıl bir ibadet durumu arzediyor? Ben namazlarımda böyle bir zevk duyamadığım için çok mu kayıptayım, yahut fazla mı bozulmuşum? Benim iflâsımın mı işareti bu mahrumiyetlerim?
Bu muhterem okuyucuma, namazın zahirî şekillerini yerine getirdikten sonra, namaz tamam olmuş, borçtan kurtulunmuştur. Duyulması söz konusu olan vecd namazın şart-lanndan, sıhhat gereğinden değildir, gibi fıkhî hükümlerden söz etmek kâfi gelebilir. Ama bir olayı arzetmek istiyorum. Bu mektup münasebetiyle değerli ilim ve tasavvuf ehli İmam Şa’rânî Hazretleri’nin, “Levakıh”da kaydettiği bu olay, meselemize daha güzel ışık tutup, fikir vermektedir. İmam-ı Şa’rânî Hazretleri’nin, cevap mahiyetindeki düşündürücü izahı şöyle:
Allah’a ibadet edip, itâatta bulunurken vecd duyup, zevk almak büyük bir şeydir, meşrûdur.
Ancak Allah’ın öyle kullan da olmuş ki, gerek ibadetlerinde, gerekse başka itaatlannda zevk duyup, lezzet almaktan tevbe istiğfar etmişler. Duyduklan zevkten, aldıkları lezzetten mahcubiyet hissine kapılmışlardır. Bunlardan bazıla-n da şöyle demişler:
– Allah’ım! Bizi sana böylesine ibadet ettirip itâata sevkeden duyduğumuz lezzet ve zevk ise bundan sana sığmıyor, bunu zihnimizden silmeni diliyoruz.”
Ve İmam Şa’rani şunu da ilave ediyor:
– Bir kimse namazında, niyazında duyduğu zevk ve lezzetten çok seviniyor da, bunun devamını da ısrarla ta-leb ediyorsa, bilsin ki o kimse lezzet ve zevk kuludur. Lezzetten dolayı ibadeti ifa ediyor, zevkten dolayı itaati arzuluyor. Bu ihlâsa münâfî, hasbîliğe aykırıdır.
Şa’rânî Hazretleri, bu izahına bir de vak’a ilâve ederek şöyle devam ediyor:
Efdalüddin Hazretleri bir gün bana şöyle dedi: – Uzun zamandan beri sabahlara kadar ibadet ederdim. Bunu da kimselere duyurmaz, bu halimin ihlâstan doğduğuna inanırdım.
Bir gece bir ses işittim. Meçhul bir tarafdan kulağıma gelen ses şöyle diyordu:
– Sen bu ibadeti ihlâsmdan, hasbiliğinden yapmıyorsun. İbadet arımda duyduğun zevk, aldığın lezzet var ya, işte on-lardır, sana böyle ibadet ettirip, itaatta bulunduran! Eğer ibadet anında aldığın zevk gitse, duyduğun lezzeti yitirsen, bunu yapmayacaksın. O zaman kimin için ibadet ettiğin çıkacak ortaya!..
Bundan sonra, Efdalüddin Hazretleri kararını şöyle bildirir:
– Ben ibadetlerimde duyduğum zevk ve lezzetten dolayı Allah’ı sığındım, zevk duymadan, lezzet almadan yaptığım ibadeti nefsimle daha ciddî mücadele vererek yaptığım ibadetlerim olarak bildim.
Demek ki bizler de, Hazret-i Şa’rânî’nin nazara verdiği gerçeği unutmamalı, birer lezzet ibadetçisi, zevk takipçisi durumuna girmemeliyiz.
Bilmeliyiz ki, zevk almadan, lezzet duymadan yaptığımız ibadetlerimiz, nefsimizle daha ciddî münakaşaya girip, onu yenerek yaptığımız ibadetlerimizdir.
Anladığım kadarıyla, ibadetlerimizde lezzet duyarsak, bunun bizi teşvik için verildiğini bilmeliyiz.
Ama duymazsak, bozulduğumuzun, mânen sükûtumuzun işareti saymamalı, yâni lezzetçilik peşinde koşan zevk ibadetçisi haline gelmemeliyiz.
Zira, lezzetten dolayı, tevbe istiğfarda bulunan İslâm büyükleri de vardır. Hasbiliğe aykın bulmuş, ihlâsa karşı görmüşlerdir lezzetçiliği.
Bu bakımdan, okuyucum zevk ve lezzet duymadan yaptığı ibadeti, nefsini yenip, şeytanım mağlûp ederek yapüğı ihlâslı bir ibadet bilmeli, başka peşin ücret beklememeli, halini hayra alâmet saymalı…