Şüphesiz ki Allah her şeyin en iyisini bilendir. Ve bu çizdiği sınırlar da kadının huzuru ve mutluluğu içindir.
Kainat, insan v.b. şeyler maddi, aciz, her yönden başkasına muhtaç olduklarından eşey ve çift yaratılmışlardır.
Cenab-ı Allah, onları böyle yaratmış ki biri diğerinin eksikliğini tamamlasın, ihtiyacını gidersin. Eşler iş bölümü ve yardımlaşmalarla, dengeyi sağlamalıdırlar.
Eşlerin birbirlerini tamamlaması kuşkusuz bir anda olacak şey değildir. Bunun için sabır kanunu da vardır. Sabır kanununun asıl ismi tedriç kanunudur. Tedriç bir şeyi yavaş ve itina ile yapmaktır.
Secde suresinin 7-8-9. ayetleri, yaratılışın tedricen olduğunu şöyle buyurmaktadır: “O Allah ki her şeyin yaratılışını güzelleştirdi. (Tedricen yarattı. Çünkü güzellik itina ile olur. İtina ise zamanla olur.) Ve çamurdan (toprak elementlerinden) insanı yaratmaya başladı. Sonra onun aslını ve neslini (çekirdeğini) zaif bir suyun özünden kıldı. (Topraktan özetleyip hücre halinde kıldı.) Sonra, (hücreyi) düzeltti. (Yani) içine ruhunu üfürdü. Ve size kulak,gözler ve duyular kıldı.” (Ruh, hücre içine girince, genler düzene girer. Genler, kromozomlar oluşturur. Kromozomlar da duyu ve organları teşkil eder.)” (Secde / 7-8-9)
Başka hiçbir dinde ve hiçbir anlayışta kadına İslam’ın verdiği değer verilmemiştir.
Kadın çok modern olarak yaşanılan ülkelerde bile her hakka sahip olduğunun söylenmesine rağmen birçoğu fuhuş batağına sürüklenmekte, ikili ilişkilerde daha çok kadın mağdur olmakta ve acı çekmekte ve kadın erkekle aynı bünyeye ve vücuda sahip olmadığı halde gece gündüz evinin dışında çalışmaktadır.
Kadının temel görevlerinden biri zaten evinin hanımı olmasıdır. Ama zaruri durumlarda İslam’ın çizdiği sınırlar içersinde kadının dışarıda çalışmasının mahzuru yoktur.
İslam tesettürle ilgili her şeyi en ince hususlan-na kadar kadına belirtmektedir. Dışarıya çıkan bir bayanın edepli ve tesettürlü olması onu dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korumakta ve güvenli kılmaktadır.
İslâm’ın kadına ve tesettürüne verdiği önemi şuayet ve hadislerle açıklayabiliriz:
“Ey Peygamberler: Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki, dışarı çıkacakları vakit, her zamanki elbiselerinin üzerine (çarşaf, manto gibi) bir elbise giysinler. Böylelikle tanınıp kendilerine sarkıntılık edilmesinin önüne geçmiş olurlar. Allah esirgeyici ve bağışlayıcıdır…” (Ahzab / 59)
“Mümin kadınlara de ki, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar. Irzlarını korusunlar. Kendiliğinden görünebilen (yüz ve el gibi) kısımları dışında hususi bir gayret göstererek güzelliklerini gözler önüne sermeye çalışmasınlar. Başörtülerini yaka üstlerine örtecek şekilde bağlasınlar. Sakın ve sakın güzellik ve cazibelerini kocalarından başka erkeklere göstermesinler.” (Nur / 31)
İslâmiyet giyim kuşama büyük çapta önem vermiş, bu konuda olanca titizliğini göstermiştir.
Fakat dinimiz diğer konularda olduğu gibi bu konuda da cahil ve sapık çöl kadınını inanılmayacak kadar kısa bir süre içinde namus ve iffet perdesi içine almış, hem ruhunu ve hem de kılık kıyafetini açık-saçıklıktan kurtararak şeref ve haysiyet örtülerine büründürmüştü. Ancak günümüzde erkek olsun, kadın olsun hor ikisinin do karşı cins benzeme bakımından giyim ve kuşamı mümin gönülleri derinden yaralayacak bir sapıklık arz etmektedir.