Mahremiyet, özel olan ve özel kalması gereken şeylerin tümünü ifade eder. Bu çok önemli bir konu, sık sık işlenmeli, somut adımlar atılmalı. İnsanı yaratan Allah, dünya ve ahiret selametimiz için koyduğu sınırlara uymamızı bizden talep ediyor. Mahremiyetin muhafazası, insandaki ar ve hayâ duygusunun korunmasının bir tecellisidir. Mahrem güzeldir, özeldir, saygıya şayandır. Câhiliye devrinde indirilmiş olan İslâm Dîni, hem dönemin Arap toplumunu terbiye etmiş, hem de asırlardan günümüze ve geleceğe kadar bizlere âdâb, düstur öğretmiştir. Bu durumda ebeveynler, daha küçük yaşlarında çocuklarına ayıp kavramını abartmadan, eğlenceli bir şekilde öğretmelidirler.
Dinimiz, “haram”, “mahrem”, “avret” gibi kelimelerle ifade edilen hususlara hassasiyetle eğilmiş ve bu kavramların anlattığı her ne varsa, onların uluorta sergilenmesini yasaklar. Hususiliğinin korunmasını ve özenle muhafaza edilmesini emreder.
İslam’dan önceki cehalet devrinde özel hayatı koruyacak mahremiyet anlayışı ve görgü ölçüsü yoktu. Herkes, her an birinin evine izin istemeden pat diye girebilir, hatta odasına kadar varabilir, mahrem halini seyretmekte mahzur görmezdi.
İslam’ın gelişiyle Müslümanlar bu gibi pervasızlıklardan rahatsızlık duymaya başladılar. Hatta Me-dineli bir hanım, Peygamberimize gelerek:
– Ya Resulellah! Dedi, günün her hangi bir saatinde biri kapıma geliyor, odama da girebiliyor, görünmek istemediğim bir halde beni görebiliyor. Artık bir ikaz yapsanız da kimse kimsenin evine, odasma izinsiz girmese, istemediği bir görüntü içinde görmese?
O sıralarda bir teklif te Hazret-i Ömer’den geldi:
– Ya Resulellah, beni çağırması için evime gönderdiğiniz çocuk, izin istemeden yattığım odamın içine kadar girdi, beni üzerimi açık halde iken gördü. Keşke Rabbimiz bir yasak koysa da evimize, odamıza kimse izinsiz girmese, kimse kimseyi tesettürsüz bir halde görmese!. Özel hayatm mahremiyeti korunsa!.
İşte bu gibi isteklerin çoğalmasından sonra (Nur) suresindeki izin isteme ayetleri peş peşe gelmeye başladı. Şu mealde ikazlar yapıyordu gelen ayetler:
– Ey iman edenler! Kendi evinizin dışındaki evlere girmek istediğinizde önce izin isteyin, selam verin, verilen izinden sonra girin!. Ev içindeki hane halkı da bir birinin odalarına geceleri izinsiz girmesinler, gündüzleri da istirahat anlarında üzerlerinin açık olabileceği vakitlerde habersiz içeriye dalmasınlar! Sizin için doğru ve hayırlı olan budur. (57-58-59)
Bu mealdeki ayet ve hadislerle artık cehalet devri pervasızlıkları yasaklanıyor, Müslüman’ın aile hayaüna ve özel yaşamına ait mahremiyet ölçüleri, ev dışındaki ve içindeki ahlaki değerleri netleşiyordu:
Artık İslam görgüsünde, dışarıdan gelen birinin izin istemeden içeriye dalması yasaktı. Yabancılar üç defa izin isteyecekti. İçeriden gelen sesle izin verilirse girecek; verilmezse, yahut ta ses gelmezse dönüp gidecek, üçten fazlada ısrarda bulunamayacaklardı.
Aynca, kapıdaki zile basarak, yahut ta selam vererek ‘kimse yok mu’, diye seslenerek., izin isteyen adam; kapının tam önünde değil de, sağma yahut ta soluna çekilerek bekleyecek, kapıyı açanı ansızın istemediği halde görmeyecek, evin içini hazırlıksız halde seyretmek gibi bir mahcubiyete de sebep olmayacaktı..
Bir diğer konu da, içeriden ‘kimsiniz’ diye gelen soruya ‘benim’ denmeyecek; ‘ben falanım, filan iş için falanı görmek istiyorum’ şeklinde özet ve açık bilgi verme sünneti de ihmal edilmeyecekti.
İslam’ın getirdiği bu yeni görgü anlayışı ilk günlerde uygulanmaya çalışılırken durumun netleşmesine sebep olacak olaylar da yaşanıyordu.
‘ Bir gün Hazret-i Cabir, Efendimizin kapısına gelip, üç defa:
– Esselamü aleyküm ben geldin! Dedi.
Efendimiz bu tür izin isteyişi hoş görmedi de şöyle düzeltmede bulundu:
– Niçin kendini tanıtmadan izin istiyorsun? Önce kendini tanıt, ben falanım, filan iş için geldim diyerek bilgi verdikten sonra izin iste!. Ben geldim diyorsun, sen kimsin, nasıl bilinecek?
Bir defasında da Efendimiz bir sahabisini ziyarete gelmişti. Kapıdan üç defa selam verdiği halde içeriden selamı alan bir ses duyulmayınca geriye dönüp gitmek istemişti. Tam o sırada içeriden çıkan ev sahibi Saad bin Ubade, koşarak yetişip şöyle özür diledi.
– Ya Resulellah! Ben evdeydim, birkaç defa selamınızı alma şerefine nail olayım, diye içeriden selamınızı yavaş sesle aldım, diyerek Efendimizi yoldan çevirip evine götürmek istedi. Tevazuda da örnek veren Efendimiz isteksizlik göstermeden Ubade’nin evine geri döndü.
Bir sahabi de:
Ayetler hane halkının dahi gecderi birbirlerinin odalarına izinsiz girmelerini yasaklıyor, şimdi ben anamın odasına da mı izinle gireceğim, ya Resulellah?,piye sordu. Efendimiz bu soruya da:
Evet, geceleri istirahata çekildikten sonra ananın da odasına izinsiz girmeyeceğin! cevabım verdi.
Nur suresindeki evlere, odalara izinsiz girmeme emri veren bu ayetlerin ikazından sonra herkes alışkanlıklarına bir çeki düzen verme gereği duydu.
Hazret-i Ebu Bekr’in (ra) bir sorusu da şöyle oldu:
– Ya Resulellah, evlere izinsiz girilemeyeceğine dair ayetler beni endişelendirdi. Şam’a ticaret için giderken yol üzerindeki hanlarda geceliyorum. Oralara girerken de izin mi isteyeceğim?
Efendimiz farkı şöyle anlattı:
– Özel meskenler ve içindeki özel odalar için gerekli olan izin, ıımııma ait meskenler için gerekli değildir. Kamuya ait mekanlara izinsiz girilebilir.
İslamda aile ve özel hayat mahremiyetinin dokunulmazlığı, bu ölçülerle netleşmiş oluyordu. Artık kimse kimsenin mahrem hayatına izinsiz vakıf olamaz, tesettürsüz görüntüsüne takılarak hissi sapmalara yönelemezdi. Karşılıklı saygı duygularının hürmetsizlik hislerine dönüşmesine zemin ve sebep ortadan kaldırılıyordu. Hane halkı içinde bile olsa mahremiyete riayet etme gereği kesindi.
İşte bu türlü ilahi disiplinler, Müslüman’ın aile hayatını emniyet altına aldı. Hissi ve ahlaki dejenerasyonu önledi. Bu disiplin anlayışından mahrum yabancılarda görülen aile içi şaibeli davranışlar sapık eğilimler ve bozulmalar Müslüman-larda görülmedi. Bu hali gören yabancılar: “Müslümanlarda aile yapısı çok sağlam” demekten kendilerini alamadılar..