Günümüz’de hala kayınvalideye anne demek caiz mi veya kaynanaya anne diyemiyorum saygısızlık olur mu gibi sorular geçmektedir?
Hiç kimsenin Kayınvalidesi ve kayınpederi iki taraf için’de söylüyoruz, gerçek ana ve baba gibi değildir. Ama eğer aile saadetini anne kelimesini sağlıyacaksa o kelimeyi’de çok fazla hırpalamadan kullanmaya gayret ediniz. Bence mühim olan( anne-baba hitabı değildir. Belki esas olan/ister gelin olsun isterse damat, onlara karşı anne-baba gibi hürmetli davranmaları, saygılı muhatap olmalarıdır. Olması icabeden, beklenen budur.
Ana-babaya, kayınvalide ve kayınpedere hürmet, hizmet edilmesi birinci vazife olmalıdır! Büyüklerin rızasını, duasını almaya çalışmalı, hayır dualarını, büyük kazanç bilmelidir. Bunlara riayet eden, dünyada da, ahirette de mutlu olur.
İnsanlar bazen bir pire için bir yorgan yakar, bir hiç yüzünden de bir yuva yıkar.
Okuyucum Hayriye Hanım’ın mektubundan bu tekerlemeyi hatırladım ister istemez. Bakın bir yuva nasıl bir sebeple huzursuz oluyor, ne türlü bir mesele yüzünden yıkıma gidebiliyor?. .
Hayriye Hanım, gelin geldiği evde beyinin annesine anne, babasma da baba diye hitap edebiliyormuş. Bu konuda bir zorluk çekmiyormuş. Ancak beyi o kadar rahat değilmiş bu hususta. Ne kayınpedere baba diyebiliyormuş, ne de kayınvalideye anne diyebiliyormuş. İşte huzursuzluk da bu yüzden çıkıyormuş.
Zaman zaman Hayriye Hanım’ın anne-babadan kendilerine anne, baba diye hitap etmeyen damatları için:
– Ne saygısız, ne görgüsüz, ne kibirli biri… diye söyleniyorlarmış.
Damat da bu sözleri duyunca evlerine gitmek istemiyor, yakınlık duymuyormuş. Böylece ailede bir huzursuzluk baş-gösteriyormuş. Durumu bize yazma gereği duymuşlar.
– Siz ne dersiniz? diyorlar. Damadın, yahut da gelinin anne, baba diye hitap etmeyişleri bir saygısızlık sayılmaz mı? Böyle hitap etmeye mecbur değiller mi?
Efendim, başta söylediğim sözü burada bir daha tekrar edeceğim nerdeyse. İnsan bu kadar basit, bu kadar mühim olmayan bir meseleyi büyütür, aile içinde bir huzursuzluk sebebi haline getirir mi, bilemiyorum. Bunun mesele edinilmesi, bize yazacak kadar büyütülüp mühimsenmesi, “bir pire için bir yorgan yakmak, bir hiç yüzünden bir yuva yıkmak” tekerlemesini hatırlatıyor ister istemez.
Önce şu hususa bir göz atalım:
İster gelinin olsun, isterse damadın, kayınpeder ve kayınvalideye mutlaka anne, baba diye hitap etmeleri hususunda dinî bir emir mi var ki, bunu göremeyenler bundan rahatsızlık duyuyor, temel İslâmî bir hükmü terkediyorlar-mış gibi tepki gösteriyorlar? Bunu anlamak biraz zor gibi geliyor bana. Bu bir örf, âdet ve anlayış meselesidir. Kimi yerde gelinler de, damatlar da bunu rahatça söyleyebilirler. Anne-baba diye hitapta bulunabilirler. Kimi yerde de kendi anne, babasının bir bakıma inkârı mânâsına geliyor gibi bir vehim gelir insanın akima. Bu yüzden rahatça aynı kelimeleri teleffuz etmeyebilirler.
Bence mühim olan, anne-baba hitabı değildir. Belki esas oían, ister gelin olsun isterse damat, onlara karşı anne-baba gibi hürmetli davranmaları, saygılı muhatap olmalarıdır. Olması icabeden, beklenen budur. Saygısını, hürmetini terket-meyen bir gelin, yahut da bir damat, ne türlü kolayına geliyorsa öyle hitapta bulunabilir. Muhitin örf, âdetine uymak da isabetli olur.
Şayet Osmanlı’nm örf, âdeti olan baba, anne diye hitap etme alışkanlığı muhitte olanca kuvvetiyle sürüyorsa, buna uymaya gayret edilir; baba, anne diye hitap etmeye uğraşılır. Ama dili varmıyor, kendini ikna edemiyorsa dinin kesin bir emrini terkediyormuş gibi bakılmaz olaya. Belki bir örf ve âdet ihmali diye düşünülür, ailenin huzuru esas alınır.
Bu konuda bazı oğlan anne-babalan, bir rahatsızlık içine de girebiliyorlar. Oğullarım ellerinden almış gibi görünen gelinin, bir de oğullarına yeni bir anne-baba getirmiş gibi olması, onları rahatsız edebiliyor. Kendilerinden başka birine oğullarının anne, baba diye hitap etmesini yadırgayabiliyorlar. Buna gerek olmadığı, böyle düşünmek yanlış olduğu halde hissen böyle düşünebiliyorlar. Bu durumda oğulun, gerçek anne-babasını rahatsız etmemek için hitaplarına dikkat etmesinde fayda vardır.
Ancak gerek ayetlerde, gerekse hadislerde bu konuda ne bir emir, ne de bir yasak görünmemektedir.