“Kıble” lûgatlarda kelime olarak, yön ve yönelme demektir. İslâmî fıkıh lisanında ise kıble, Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Kâbe yönünü ifade eder. Bütünleşme ve birliğin (tevhid) dışta ve sosyal alandaki tezahürü de aynı mânevî merkeze yönelen insanların (ümmet) birliğini temsil aracı olarak büyük önem taşır. Müslüman’ın hayatı da ölümü de kıble eksen,li olur. Kıbleden kopuk bir devresi olamaz Müslüman’ın.
Kur’ân-ı Kerîm’de her ümmetin yöneldiği bir kıblesi bulunduğuna yapılan vurgu (el-Bakara 2/148), maddî ve mânevî alanda ortak şuura bağlı bir toplumun teşekkülünde kıblenin son derece önemli rol oynadığını göstermektedir
Kur’ân-ı Kerîm’de kıble kelimesi beş âyette yedi defa tekrarlanmakta (el-Bakara 2/142-145; Yûnus 10/87), konuyla ilgili hükümler ayrıca muhtelif âyetlerde (el-Bakara 2/115, 146-150) ve birçok hadiste (Wensinck, el-MuǾcem, “ķbl” md.) yer almaktadır.
Yûnus sûresindeki âyette kıble çeşitli yorumlara göre namazda yönelinecek taraf şeklindeki terim anlamıyla veya mecazen mescid mânasında geçmekte, Bakara sûresinin 115. âyetinde doğunun da batının da Allah’a ait olduğu, hangi tarafa dönülürse dönülsün Allah’ın zâtıyla karşılaşılacağı ifade edilmektedir.
Bakara sûresindeki diğer âyetler ise (142-150) kıblenin nihaî olarak Kudüs’ten Kâbe istikametine çevrilişini ve bu konuda meydana gelen polemiklere verilen ilâhî cevabı konu edinmektedir.
Namaz dışındaki diğer bazı ibadet ve davranışlarda kıbleye dönülmesiyle ilgili fıkhî ahkâm ise daha çok bu konudaki hadislere dayanır.
Yer yüzü Müslümanları hep birlikte ibadetlerinde Mes-Y cid-i Haram’a yönelirler. Çünkü Mekke’deki Mescid-i Haram Müslümanların kıblesini temsil ederken, Mescid-i Haram’m içindeki Kabe de kıblenin kalbini ifade eder.
Bizler hem ibadetierimizde hem de diğer bütün hayırlı ve helal olan işlerimizde hep kıbleye yöneliriz, kıbleye yönelerek yapılan işlerde hayır, bereket ümit ederiz. Yani kıble istikametti bir hayat yaşamak isteriz. Nitekim Kurbanımızı kıbleye yönelerek keseriz. Zemzemi kıbleye yönelerek içeriz. Hatta en sonunda mezarımıza da kıbleye yönelik olarak yatarız.
Buna mukabil adi işlerimizde ise, kıbleye yönelmemeyi bir edep ve saygı gereği biliriz. Bundan dolayı ayağımızı kıbleye doğru uzatmayız. Kıbleye yönelik halde tükürmeyiz. Guslederken tesettürsüz halde kıbleye yönelmez, kıbleyi sağımıza solumuza almaya gayret gösteririz. Tuvalet taşı kıbleye yönelik de konmuş olsa bir yana meyleder, o halde iken kıbleye yönelik durmayı bir saygısızlık sayarız. İnşaat yapanlar da tuvalet taşlarını kıbleye yönelik koymamaya dikkat eder gaflette bulunmazlar. Yani Müslüman kıble eksenli yaşar hayatını.
Ayrıca kıble anlayışımız sanıldığı gibi dar ve kısa da değildir.
Kıble, Kabe’nin hem altına aşağı, hem de üstüne yukarı devam eden uzunlukta sonsuz bir manevi direk sayıldığından yerin dibine aşağı inen de, göklerin üstüne yukan yükselen de önünde kıbleyi bulabilir.
Alt -üst derinliği böylesine sonsuz olan kıblenin sağma soluna doğru da kırk beş derecelik bir genişliği söz konusudur. Yani kıble bir (nokta) değil bir yöndür. Kur’an’m ifadesiyle (Mescid-i Haram yönü)
Bu sebeple Mekke şehri içinde olanlar Kabe’yi görerek kıbleye yönelmeleri gerekirken uzakta olanlar sadece Kabe cihetine yönelmeleri kifayet eder, aynı noktaya isabet şartı aranmaz.
Kıblenin bu derinlik ve bu genişliğinden dolayıdır ki bazı evlerde ve camilerde kıble tartışmasına gerek olmaz. Çünkü bilinen kıble tarafına yönelmek yeterli sayılır. Kıblenin zıddına bilgi yoksa, kıbleye şüphe ile bakmaya gerek de yoktur.
Ancak kıblesi bilinmeyen yerde sorularak namaza durulur, isabet etmediği sonradan anlaşılsa da namaz yeniden kılınmaz. Şayet sormadan rast gele başlamışsa namazın iadesi gerekir. Çünkü kıble bilinmediği yerde rast gele durulmaz, bilenlerden sorularak kılınması gerekir.
Hacca gitmiş olan hanımlar muayyen hale maruz kalırlarsa kıblemiz olan Mescid-i Harama saygılarından dolayı bu halde iken girmezler. Dolayısıyla da tavaflarını yapamazlar. Muayyen halleri bitecek, gusledip temizlendikten sonra kıblemize girip tavaflarını yapacaklardır.
Bu endişeden dolayı bazı hanımlar hacca giderken mazeretlerini durduracak ilaçlar alıyor, böyle bir zorlukla karşılaşmayı da o ayda önlemiş oluyorlar.
Daha açık bir ifade ile Müslüman’ın hayatı da ölümü de kıble eksenli olur. Kıbleden kopuk bir devresi olamaz Müslüman’ın.
Şimdi kendimize sorulacak soru şudur:
– Acaba bizim kıble ile ilgimiz ne kadardır? Hayatımızın ne kadarını kıble eksenli yaşıyoruz? Yoksa bizi bekleyen de sonunda derinden derine bir esef etmek mi?
Ömer bin Abdulaziz’in hocası meşhur alim Said bin Müsey-yeb’in kıble anlayışı düşündürücüdür. Bir asra yaklaşan ömrünün son dakikalarım yaşarken bir ara gözlerini yumduğunu görenler, hemen yatağının ild ucundan tutup çevirirler.
Bu sırada gözlerini açan Said bin Müseyyeb sorar:
– Ne yapıyorsunuz? Derler ki:
– Yüzünüzü kıbleye döndürmek için yatağınızı kıbleye, çevirdik!.
Elini yorganının altından çıkanp havada büyük bir esefle sallayarak söylenir:
– Koskoca bir ömrü geride bırakan Said bin Müseyyeb şimdiye kadar yüzünü kıbleye dönememiş te şimdi son anında sizin yardımınızla kıbleye yöneliyorsa yazık olmuş onun kıblesiz geçen hayatına!