Oruç tutmaya mükellef her insanın, ramazan ayını oruçlu geçirmesi farzdır. Ramazan orucu İslâmın beş şartından biri olup, Ramazan ayına özeldir. Bu nedenle Hilal, Ramazan ayının ilk günlerinde Müslüman aleminin gündemindeki konular arasında yer alıyor. Ramazan ayının başladığı günü ifade eden Hilal, oruca başlanacak ilk günü temsil etmektedir. Eski dönemlerde takvim bilgilerinin hesaplanma işlemi, ayın konumuna göre değiştiği için Ramazan ayı öncesinde birçok Müslüman’ın ilk yönelttiği soru, ‘Hilal göründü mü’ olmaktaydı.
Hak ile batıl, imanla küfür savaşı tarih boyunca ara vermeden devam edip gelmiş ve hâlâ da devam etmektedir. Bazan hak batıla, bazan da batıl hakka galebe çalmıştır. Ancak 19. ve 20. asırlarda denge tamamen imanın aleyhine bozulup müslümanlar esaret boyunduruğu altına girmişlerdir. Bütün İslâm topraklan elden çıkıp istilâya uğramıştır.
Zamanla düşman İslâm topraklarını istilâya devam etmenin kolay olmayacağına ve pahalıya mal olacağına kanaat getirince taktik değiştirmek zorunda kalmıştır. Toprak işgali yerine kültür emperyalizmini tercih etmiş ve sonuç istediği gibi olmuştur. Yani düşman müslümanların akıl ve ruhlarını istilâ etmek suretiyle gerçek hakimiyetini sürdürmüş ve sürdürmektedir. Bugün İslâm âleminin her ülkesinde düşmamn gözü ile bakan onun aklıyla düşünen insanlar türemiştir. Meselâ kızıl Rusya, milyonlarca kilometre karelik Türk-İslâm diyarının üzerine kâbus gibi çöküp yedi ve hazmetti. Ama doymadı. Bu sefer bir başka İslâm ülkesi olan Afganistan’ı yemeğe başladı. Pençesinde çırpınan zavallı Afgan halkının âhu figanından ızdırap duymak icap ederken Suriye ve Libya gibi bazı İslâm ülkelerinin idarecileri rahatça Kızıl Rusya’nın yaptıklarını destekliyor ve “Rus’un gayesi Afgan halkını kurtarmaktır” diyor.
İçinde yaşadığımız bu çetin zamanda iç ve dış düşmanlar birle-şerek bizlere cephe almış bizi yok etmek için çok çeşitli silâhlar kullanmaktadır. İşte onlardan bir kısmı:
1— Yayın Silâhı: Basın, video, tiyatro ve sinema gibi yayın vasıtalarıyla müslümanların akılları uyuşturulmak istenmektedir.
2— Şehvet Silâhı: Neslin şehvet duygusunu kamçılamak ve sanattan, basm hürriyetinden söz etmek suretiyle müstehcenliği yaymak, gazete ve dergi sahifelerinde çıplak fahişelerin hergün boy boy resimlerini yayınlayarak neslin iffetini yok etmek.
3— İrtica yaygarası Silâhı: Düşman İslâm’a hizmet veren bazı kimselerin hizmetlerini sık sık dile getirerek velvele koparıyor. İrtica var, şeriat geliyor deyip duruyor. Sanki İslâm’a hizmet vermek, müslümanları ıslah etmek için çalışmak, İmam-Hatip Lisesinde Kur’an Kursu’nda okumak ve okutmak, müslümanların bilgilerini artırmak suçtur. Bu yaygara ile müslümanları göz hapsinde bulundurmaya çalışmaktadırlar.
4— Müslümanları Bölme Silâhı: Yine düşman müslümanların gücünü zayıflatıp yok etmek için çeşitli kıyafetlere bürünerek onların aralarına girmekte ve fitne ateşini alevlendirmek suretiyle müs-lümanlan birbirine vurdurmaktadır. İran, Irak, Filistin ve Lübnan gibi ülkelerde çatışan Müslümanlar bunun en bariz misalidir. Bu tablo ne kadar hazindir, değil mi? İslâm’dan ve İslâmî gayretten söz eden bazı Müslümanların küçük ve ictihadî meseleler için bir-birleriyle uğraşmaları da en az bu kadar hazin değil midir? Bunların durumu bana tarihî bir hadiseyi hatırlattı.
Hülagu ordusu birçok İslâm ülkelerini istila edip, köy, kasaba ve şehirlerini ateşe vererek o zaman Müslümanların başşehri olan Bağdat Kapısına dayandığı halde devrin alimleri cihad yerine gereksiz münakaşalarda bulunuyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm mahluk mu değil mi münakaşa mevzuu idi. Bugün bizler de İslâm Âlemi’nin hazin tablosuna bakmadan özellikle yurt dışında nelerin münakaşasını yapıyoruz. Cuma namazı farz mı, değil mi; din görevlisi mürted mi, değil mi; Suudi Arabistan’da hilal görülse oruç tutmak ve bayram yapmak gerekir mi, gerekmez mi. Bu ne kadar acıdır.
Aziz kardeşim bilmemiz gereken bir husus vardır, o da şudur: Düşmanımızın en büyük gayelerinden biri bizim için önemli olan ana meselelerimizi bir tarafa itip böyle ictihadi meselelerle uğraşıp münakaşaya girmemizi sağlamaktır. Bu gibi şeyler için münakaşa etmemiz anlamsızdır.
Mesele Hanefî mezhebine göre kıyamda me’mûnun Fatiha-yı Şerife’yi okumaması, Şâfiî’ye göre okuması gerekir. Bayram namazı ile Vitir namazı İmam-ı A’zam’a göre vacip, İmam-ı Şâfiî’ye göre sünnettir. Bu gibi meseleler için münakaşa etmek -ki Allah’a şükür edilmiyor- doğru olmadığı gibi, hilal meselesi için münakaşa etmek de doğru değildir. O da aynı şekilde ictihadî bir meseledir.
Zira Hanefî, Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre dünyanın herhangi bir yerinde rü’yet-i hilâl sabit olursa bütün dünyada oruç tutmak ve bayram yapmak icap eder; yalnız Hanbeli mezhebine göre bu hususta Hakim’in hüküm verebilmesi için bir şahit Malikî mezhebine göre iki şahit yeterlidir. Yani, Müslüman bir hakim bu şehadete istinaden oruç tutmak veya bayram yapmak için hüküm verirse onun hükmüne uymak gerekir. Yalnız Hanefî mezhebi’nin bu hususta değişik bir durumu vardır. Ona göre hava açık olursa, rüyetin muteber olabilmesi için cemmi ğafirin yani büyük cemaatın hilali müşahede etmesi gerekir. Beş, altı, on kişilik bir cemaatın müşahedesi yeterli değildir, ancak, gayrizahir