Ribâ, arapça bir kelimedir. Lügatta esas mânâsı, ziyâde ve artıştır. Artma, çoğalma, şişme, gelişme ve yetişme, mübadeleli akitlerde taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve akit sırasında şart koşulan karşılıksız fazlalık anlamında bir İslâm hukuku terimi. “Ribâ” kelimesi arapça mastar olup, sözcüğün kökeninde “mutlak çoğalma” anlamı vardır.Istılahta ise, fıkh ölçülerine göre eşit olmayan veya eşitlikleri bilinmeyen veya bedellerden birisi veya her ikisi hazır olmayan ribevî şeylerin üzerine yapılan akit’dir.
Ribânın haram oluşu, hem Kur’ân-ı Kerîm hem Ehâdis-i şerife ile sâbittir. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: Allah, alış verişi mübah, ribayı yasak kılmıştır (64).
Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor: Allah, ribâ yiyeni, yedireni, kâtibini ve şahidini lânetlemiştir (65).
Binaenaleyh ribânın hürmeti (haram oluşu) hususunda hiç şüphe yoktur. Onu inkâr etmek küfürdür. Fakat inkâr etmeden ribâ alan veya veren kimse, müslüman olmakla beraber günahkâr ve büyük bir vebâlin altındadır.
Câhiliyette iki çeşit riba vardı.
Birincisi şöyle idi: Varlıklı kimse, muhtaç bir kimseye belli bir zamana kadar ödünç para verirdi, va’desi gelince kendisine şöyle derdi: Ya borcunu öde yahut da faizi karşılığında onu şu tarihe ertele. Borçlu kimse bunlardan birisini yapmaya mecbur kalırdı. Buna Rıben’nesie denir.
İkincisi; Altın ve gümüş gibi tartılan veya buğday ve arpa gibi ölçülen bir cinsi, kendi cinsi mukabilinde peşin olarak ziyadesiyle satış akdini yapmaktır. Buna da Rıbelfadl denir.
(64) al-Bakara âyet: 275
(65) Müslim