İslam inancına göre herkesin bir eceli vardır. Bu ecel ne geri alınır, ne de ileri alınabilir. Kimin trafik kazasında, kimin depremde, kimin bomba patlamasıyla, kimlerin ise kalb krizinden veya başka bir sebeple öleceği ezelde yazılmıştır, o iş mutlaka meydana gelecektir. (Şöyle olsaydı meydana gelmezdi) demek yanlış olur.
İçerisinde yaşanılan ülkenin trafik düzenini sağlamak üzere koyduğu kural ve şartlara uygun olarak davranmak, orada yaşayan herkesin görevidir. Peygamberimizin imandan bir bölüm olarak sunduğu ve yapılmasını bir sadaka; bir hayır olarak vasfettiği «Yoldan, ezayı; zarar verici nesneleri gidermeyi,» özü itibariyle trafik kaidelerine uyma olarak değerlendirebiliriz. Zira amaç zarar vermemek ve verilebilecek zararı gidermektir. Dolayısıyla trafik kurallarına uymak, yasal olduğu kadar dini bir görevdir de. Bunların ihlali sorumluluğu gerektirir.
Ayrıca şu hususun anlaşılması lazım. Ahirete intikal eden bir kişi hakkında “cennete gitti veya cehenneme gitti” şeklinde bir değerlendirmede bulunmak doğru değildir. Çünkü Peygamberimiz ashabını bu konuda uyarmış ve kendisinin bile ölen kişinin cennete mi yoksa cehenneme mi gittiğini bilmediğini söylemiştir.
Bindiği arabanın şoförü fazla ! sürat yapınca okuyucum ikaz etmiş.
– Bu yolda bu kadar hızlı gidilmez. Kaza yapacaksın!. Şoförün cevabı ise ibretli:
– Korkmayın, demiş, kaza yapsak kaybımız olmaz. Ölürsek şehit oluruz, kalırsak gazi sayılırız.
– Hiç olmazsa dünyamızı kayıp edersek de ahiretimizi kazanmış oluruz. Trafikte ölenler şehit olurlar.
Bu yaklaşıma şaşıran okuyucum da bize sormuş:
– Trafik kazalarında ölen gerçekten şehit mi olur? Böyle sözleri başkalarından da duymuştum. Bir şoförün böyle düşünmesi doğru olur mu?. Böyle düşünen bir sürücünün arabasında insan kendini ne kadar emniyette hissedebilir?.
Konuya biraz geniş açıdan bakalım izin verirseniz. Şöyle ki:
Rabbimiz kulunun affını istiyor, ahirette cezaya maruz kalmasından memnun olmuyor. Bu sebeple de kulun dünyada kendi iradesi dışmda başma gelen her türlü bela ve musibetlere sevaplar ihsan ediyor, gösterdiği sabır ve tahammülünü de kulun affına vesile kılıyor.
Hatta, trafik kazalarındaki ölümlere bile şehitlik rütbesi verecek kadar ikram ve ihsanım da ilerletiyor. Bu doğrudur.
Ancak bütün bu mükafatların bir vazgeçilmez şartı var.
Bu vazgeçilmez şart, başa gelen musibet, kaza ve belalar kulun kendi ihmal ve dikkatsizliği ile gelmiş olmayacak, tümüyle kulun iradesi dışında, kendi ihmali olmadan cereyan etmiş olacak.
Şayet kul kendi ihmal ve dikkatsizliğiyle belaya davetiye çıkarmış, hatta trafikte kendi ihmal ve kusuruyla kazaya sebep olmuşsa, bundan sevap ve şehitlik rütbesi beklemeye hakkı yoktur. Boşuna kendini aldatmış olur.
Çünkü kendi ihmal ve dikkatsizliğiyle kendisi davetiye çıkarmış, kendi kendini kazaya uğratmış, ölüme sürüklemiştir. İntihar gibi bir tercih halidir bu.
Hele bir de başkalarının da ölümüne sebep olmak gibi bir başka vebal de varsa, uhrevi bir mükafat şöyle dursun uhrevi ceza hemen akla geliyor.
Nitekim Suudi Arabistan’da toplanmış olan İslam alimlerinin verdiği fetvada da böyle denmiştir.
– Kendi ihmal ve kusurlarıyla sebep olduğu trafik kazasındaki ölümde şehittik söz konusu olamaz!”.
Evet böyle fetva verdiler İslam alimleri.
Kendi ihmal ve dikkatsizliğiyle davetiye çıkardığı ölümlerde şehitlik rütbesi söz konusu olmaz. Aksine katillik gibi vebal akla gelebilir. Kendinin ve ölümüne sebep olduklarının katili.
Anlaşılan odur kî Rabbimiz, kulun kendi iradesi dışında maruz bıraktığı belalara, musibetlere, hatta ölümlere mükafatlar veriyor, şehitlik rütbesi bile ikram ediyor.
Ama kulun kendi ihmal ve ilgisizliğinden dolayı gelene, yolun hakkı olan sürati aşarak kuralları ihlal edene değil. Yüz kilometrelik bir yolda yüz elli ile giderken kazaya yapsa da ölüm vaki olsa burada büyük bir sorumluluk söz konusu olur, şehitlik akla gelmez. Çünkü kuralı aşmış, kendi isteğiyle kazayı tercih etmiştir. Öyle ise bilhassa sürücüler dikkatli olmalı, ihmal ve ilgisizliklerine mükafat ve sevap verileceğini hayal etmemeli, aksine bir vebal ve sorumluluğun söz konusu olacağını düşünmeli, trafik kurallarına uymayı dini ve ahlaki bir alışkanlık haline getirmeli; ne kendine, ne de başkasma zarar vermeme konusundaki hadisin ikazım da düşünmelidir.
Efendimiz (sav) Hazretleri bu ikazında mümini şöyle tarif etmiştir:
– “Mümin ne zarar verir, ne de zarar görür!”.
İnanmış ihsanda kendine de başkasma ela zarar vermeme so-rumluluğu had safhada olacaktır. Ne kendine zarar verecek bir ihmalin içinde olur, ne de başkasma böyle bir zararın gelmesine sebep olmayı göze alabilecek sorumsuzlukta bulunur.
Çünkü kuralları çiğneyerek ölüme gitmekte vebal büyüktür. Kendi ölümüne sebep olmak intiharı, başkalarının ölümüne sebep olmak ta katilliği akla getirir. Sorumluluk taşıyan hiç bir sürücü de bunu göze alamaz. Dinin teselli telkin eden ölçülerini cinayet sebebi haline getirmek yanlıştır.
Trafik kaidelerine uymak, canlara ve mallara saygı duymanın ilk gereğidir ve bu uyuş kendi nefsimize ve cemiyetimize hayırlı bir hizmettir. Bu hayrı katiyen küçümsememeliyiz. Peygamberimiz: «Hayırdan hiç bir şeyi küçük görmeyiniz.» buyururlar. Kaldı ki, trafik düzenine uymak küçük değil, büyük bir hayırdır ve pek büyük bir sevaptır.
Allah’ın rahmeti, selâmeti ve emniyetinin üzerinize olmasını niyaz eder, konuyu Mülk sûresinin 15.âyetiyle bitiririm:
“Yer yüzünü ayaklarınızın altına seren Allah’tır. O halde yeryüzünün üzerinde dolaşın ve O’nun size verdiği rızktan yeyin. (Sonunda) dönüşünüz O’na olacaktır.”