Kur’anı Kerim’de Boşanmayı Önlemek İçin Mücadele Veren Kadın Kimdir? Evlilik birliğini sona erdirmek isteyen eşlerin boşanma davası açması gerekmektedir. Evli çiftlerin ayrılmaması için barışmaları için bir takım fedakarlıklar yapılmaktadır. Geçmiz zamanlar’da da bir çok kardeşlerimizin “eşimi boşamaktan vazgeçirmek için ne yapmam lazım” bir çare aramaktadırlar. Bu gün sizler için için Hz Peygamber efendimizin döneminden bir hanım sahabeden bahsedeceğiz. Burada bir çok bayan kardeşlerimize yol göstereceğini umuyoruz.
Evlilikten maksat; Allah-u Teâlâ’nın karı ve koca arasında yaratmış olduğu meyil ve muhabbet nimetine şükredip, şefkat ve merhamet duyguları ile birbirlerini tamamlamak tatmin etmek ve güzel nesil yetiştirmektir. Bunun için de karşılıklı sadâkat ve itimadın, saygı ve sevginin bulunması ve devam etmesi zaruridir.
Bazı insanlar İslam’da kadına ne kadar büyük bir önem ve değer verildiğinden habersizdirler. Kuran hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan bu insanlar, hatta kadınların kendileri dahi bu gerçeği bilmedikleri için, haklarını yine cahiliye ahlakına dayalı yanlış yöntem ve uygulamalarla korumaya çalışırlar.
Bu kadın “zihar” olayının açıklığa kavuşması için Resulüllah’la mücadele edip de hakkında sûre getirilen kadındır. Cahiliyye devrinde boşama mânâsına gelen “zihar”ı keffaretle çözüme bağlatan kadındır!
İslâmiyet gelmeden önceki günlerde Arablarda hükmünü kesinlikli icra eden enteresan bir boşanma olayı vardı. Bu olayın cereyan şekli şöyleydi.
Karısını boşamak isteyen bir erkek, önce onu evlenmesi yasak olan bir yakınına benzetir, yakın akrabasından birine teşbih ederdi. Karısını böyle yakın bir akrabaya benzetişi kâfi gelirdi ayrılmak için.
– Ben karımı şu, yahut da şu yakın kadın akrabama benzettim, falana teşbih ettim. Öyle ise artık bu kadm bana yasak oldu, aile bağım çözüldü… der, böylece kansın^ boşadığına inanırdı.
Gariptir ki böyle bir benzetme ile boşanan kadınlar, başka erkekle de evlenemezlerdi. Cahiliyye âdeti bunu gerektirmekteydi.
İslâmiyet gelince birçok töreleri iptal etti, yerine doğrusunu, sağlamını yerleştirdi. Ama, böyle benzetme yoluyla yapılan boşanmaya henüz bir hüküm getirmemişti.
Zaten Kur’an’ın bütün âyetleri de nazil olup ahkâm sona ermiş değildi.
Bu sıralarda ashâbdan Evs, bir gün karısına bir mes’ele-den dolayı kızdı. Kızgınlığı onu öylesine sardı ki, birden ayağa fırlayacak derecede gazablandırdı, cahiliyye âdeti üzere söyleyeceği sözü de söyleyiverdi:
– Artık sen bana anam gibisin. Bacım gibisin!
Yâni ailesini nikâhı ebedi haram olan bir yakınma benzetmiş oldu, boşanmış saydı.
Ne var ki, bu öfke az sonra geçip de, yapüğmm neticesini düşününce işin fecaaü dikkatini çekti, başladı teessür ve üzüntü duymaya.
Durumun farkına varan karısı Havle ise, ondan daha derin üzüntüye kapıldı, çoluk çocuğumuzu da düşünmedin, diyerek feıyada başladı.
Evin içi ana-baba günü olduğu sırada çare arayan Evs, karısına:
– Git, Resûlüllah’a durumu anlat, bir çare sor. Bana kalırsa bu iş burada bitmiş, sen artık benden boş olmuşsun-dur… dedi.
Telâş ve teessür içinde Resûlüllah’ın huzuruna çıkan Havle:
– Yâ Resûlâllah, çoluk çocuk mahvolduk, aile ocağımız yıkılmak üzere, sen bir çare bul, bir yol göster, diye yalvarmaya başladı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz ise, kendiliğinden bir çare bulamaz, bir hükmü değiştirmezdi. O, ne söylerse Hak’tan gelen bir emir ve işaret üzerine söylerdi. Halbuki o âna gelinceye kadar cahiliyye âdeti üzerine yapılan bu türlü boşanmaya ait bir İlâhî hüküm gelmemiş, Rabbânî bir irşada muhatap olmamıştı.
Kadın bunları hesaba katmıyor:
– Yuvamm yıkılmasını, çoluk çocuğumun perişan olmasini önle yâ Resûlâllah! diye durmadan feryad ediyordu.
Havle’nin bu yalvarması bir rica ve istirham havasmı aşmış, bir mücadele durumuna girmişti. Âdeta, ya benim durumumu kolaylaştırıcı bir hüküm bildirirsiniz, yahut da ben buradan ayrılmam, mücadeleme devam ederim, der gibi bir ısrar arzediyordu.
Kadma:
– Allah’a yalvar, durumu kolaylaştırıcı bir âyet göndersin, İlâhî hüküm indirsin, dediler.
Kadm orada ellerini açtı, öylesine gönülden ve kalbden dua etti ki, sanki ciğeri görünüyor, kalbi delmiyordu. Çoluk çocuğunun ortada kalacağı endişesi onu kendinden geçer hale getirmişti.
Çok sürmedi, “Mücâdele” sûresinin ilk âyetleri nâzil olmaya başladı.
Sûrede önce kadının yaptığı mücadeleyi Allah’ın bildiği haber veriliyor, sonra da, cahiliyye âdeti üzere yapılan benzetme yoluyla boşamaya (zıhar âdeti) yeni hüküm getiriliyordu. Buna göre, cahiliyye âdeti üzere yapılan benzetme yoluyla boşanma, boşanma olmaktan çıkarılmış, böyle bir teşbihle karısını nikahı yasak bir yakınma benzeten adama, altmış gün arka arkaya oruç tutma cezası yükletilmişti.
Âyetin izahından anlaşıldığına göre şu meâlde bir hüküm nazara veriliyordu:
– İnsanın karısı cinsî hislerle yakınlık duyduğu bir yabancı kadındır. (Anası kızı, kızkardeşi, halası, teyzesi, kayınvalidesi…) gibi yakın akrabaları ise, cinsî hislerle değil, ulvî duygularla, hürmet ve saygı niyetleriyle muhatap olduğu yakın akrabalarıdır. Böylesine ulvî duygularla bağlı bulunduğu yakınlarına, cinsî hislerle bağlı bulunduğu karısını benzetmesi, karısıyla bunları aynı mânaya yaklaşan bir teşbihle birleştirmesi, İslâm’ın tasvip etmediği haram bir alışkanlıktır. Bununla beraber, İslâm böyle bir benzetmeyi boşama olarak görmez, sadece bunu yapana arka arkaya altmış gün oruç tutma cezası vermek suretiyle yuvasını yıkılmaktan korur, ailesini perişan kılmaktan muhafaza eder.Gelen âyetin hükmüne göre boş olmaktan kurtulup, kocasının keffaret orucu borcunu öğrenen Havle, sevinç göz-yaşlanyla koşarak kocasma gitti ve onu, Resûlüllah’m huzuruna gönderdi.
Evs, Resülüllah’a gelince, durumunu sordu. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz “zihar” yapmış olan Evs’e:
– Ara vermeden altmış gün oruç tutacaksm… buyurdu.
Evs:
– Halimi görüyorsun, bu sıhhatle altmış gün ara vermeden keffaret orucu tutamam. Yaşlılığım buna imkân vermez!
– Öyleyse altmış fakiri akşam sabah yemek vermek suretiyle doyuracaksın.
– Malî imkânımın buna müsaade etmeyeceğini siz de bilirsiniz. Ama bana bir miktar hurma yardımında bulunursanız bunu yapabilirim.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Evs’e yardımda bulundu. O da Medine fakirlerinden altmış kişiye birer ölçek hurma vermek suretiyle, sarfettiği hatâlı sözün cezasını vermiş, keffaretini ödemiş oldu.
Böylece cahiliyye devrinde karısını (nikâhı ebedî olarak haram olan) bir akrabasına benzetenin boşama cezası kalkmış sadece keffaret vermek suretiyle kurtulma hükmü gelmiş oldu.
Bundan sonra Müslümanlar, nikâhlılarını böyle bir teşbihle benzetme yoluna asla yaklaşmadılar. Böyle bir hatâya düşenler de altmış gün keffaret orucu tutmadıktan sonra karısının yanma yaklaşamaz oldular.
Aradan zaman geçti, Resülüllah’tan sonra Halife olan Ebû Bekir’in arkasından da Hazret-i Ömer Halife seçilmiş, etrafıyla yolda gidiyordu. Bir ara yol kenarında ihtiyar bir kadının Halifeyle konuşmak istediği anlaşıldı. Halife eğlendi, kadınla uzun uzadıya sohbet etti, onu bırakıp da yoluna devam etmedi. Halifenin yaşlı bir kadmla bu kadar meşgul oluşu yanındakilerin rahatsızlığını mucib oldu.
Sohbetten sonra yoluna devam eden Halife şöyle söyledi:
– Birader, nasıl olur da bu kadını dinlemezsin? Bunu Allah dinlediğini “Mücâdele” sûresinde haber vermiş, Resûlü dinlemiş, isteğini yerine getirmiş, bize ne oluyor ki, biz dinlemeyelim. Bu kadın “zihar” olayının açıklığa kavuşması için Resûlüllahla mücadele edip de hakkında sûre getirilen kadındır. Cahiliyye devrinde boşama mânâsına gelen “zihar”ı keffaretle çözüme bağlatan kadındır!
İşte bundandır ki Müslümanlar cinsî hislerle yakınlık duydukları hanımlarım, nikâhı (ebedî) olarak haram olan akrabalarına benzetmezler. Böyle tehlikeli teşbihlerden, zararlı sözlerden dikkatle çekinirler. Zira böyle bir teşbih hem haramdır, hem de keffareti gerektirir. Keffareti vermeden hanıma yalanlık etmek câiz olmaz.
Keffareti gerektiren benzetme, açıkça söylenen sözlerle meydana gelir. Zihin ve hayalden geçen benzetmelerle keffa-ret icabettiren haramlık söz konusu olmaz.