Zekât, her şeyden önce kulun Allah’ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanesidir. Terim olarak zekât; İslâm’ın beş şartından birisi olan malî ibadetin adıdır. Temizlik, artma, bereket. Bir malın belli bir miktarını, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de saydığı sekiz sınıftan birisine veya bir kaçına Allah rızası için vermek.
Kur’ân-ı Kerîm’de,“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın temizlerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin; göz yummadan alamayacağınız âdi, bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah müstağnidir, övülmeye lâyıktır” buyurulur (el-Bakara 2/267). Bu âyette geçen “Kazandıklarınızın temizlerinden … infak edin” anlamındaki ibare fakihlerin çoğunluğu tarafından “ticarî yolla elde ettiğiniz kazançtan zekât verin” şeklinde anlaşılmıştır.
Zekâta tabi olan altın, gümüş, ticaret malı ve hayvanların zekâtları için aynılarını vermek caiz olduğu gibi, kıymetlerini vermek de caizdir.
Zekata tabi olan malların aynısı zekat olarak verilebildiği gibi, kıymetleri de verilebilir. Bu hususta mal sahibi serbesttir. Malının zekatını isterse aynısından, isterse kıymetinden öder. Çünkü zekattan gaye, fakirlerin faydalanmasıdır. Bu gaye malın kıymetini vermekle de gerçekleştirilebilir. (Camiu’s-Sağir)
Zekat olarak altın ve gümüş yerine, bunların kıymeti kadar uruz vermek sahihtir. (M.Felah)
Ticaret malına uruz denir. Elbise tüccarı, ya uruz yani ticaretini yaptığı elbiseden veya değeri kadar altın, gümüş verir. (Tahtavi)
Altın ile gümüş, ne niyetle saklanırsa saklansın ticaret eşyası kabul edilir. Nisap miktarı ise zekatı verilir.