Dağlar vardır uzaklarda dorukları bulut hemen
Dağlar vardır az ötede yamaçları çayır çemen
Dağlar vardır sevdalanmış gökyüzüne kanatlanmış
Dört mevsimde karakışı konuk etmiş ağırlamış
Dağlar dağlar yalçın dağlar o dağlarda kimler yaşar
Kimler ölümü kuşanır kimleri sevdalar dağlar
Etekleri kuzulara otlak
dorukları kartallara mesken olmuş
dağlar vardır yeryüzünde
Kafkas’tır, Hindikuş’tur, Himalaya’dır,
Balkan’dır kiminin adı
kışın hırçın rüzgârlarla kamçılanan
yazın hoyrat güneşle kavrulan
mor dağlar, kara dağlar, ak dağlar
kar çiçekleri veren baharın kuytularında
sabah güneşi beleyen
al bebek gül bebek kundaklayan
akşam koynuna alan
ana gibi yâr gibi saran
ve…
ve o dağlarda insanlar yaşar
bilir misiniz?
o dağlarda insanlar ağlar
duyar mısınız
o dağlarda çocuklar üşür, analar ağıt yakar
babalar çaresizliğin tunçtan duvarlarını zorlar habire
işte o dağlarda benim kardeşlerim vardır
benim kardeşlerim orda yaşar
terden sırılsıklam perçemlerini düşürmüşler
alınlarına
cihadı yazmışlar yüreklerine
sevda koymuşlar boylum boylum gözbebeklerine
“Bismillah” bilmişler sözün ilkini
zalime isyan çiçekleri goncalamışlar
direnç destelemişler zulme mavzer mavzer
Güneş kızıl bir nokta bırakırken zamana
kardeşlerim kurşun sıkar,
Bomba patlatır, silah doğrultur
Afgan’da, Filistin’de, Bosna’da, Azerbaycan’da, Mora’da
daha nice nice yerde, nice yerlerde
alınlarında şehadet güllerinden bir çelenk
goğüslerinde mermi izlerinden şeref madalyaları
ve ellerinde namus saydıkları silahlarıyla…
Kardeşlerim ot koparır dağlarda
tütün basar onulmaz yaralara
yemlik toplar, çiğdem ayıklar topraktan
yağmur suyu biriktirir kovuklarda, kakmalarda
kar emer doruklardan
Yusufçuk kuşunu dinler gecenin katmerli ortasında
hasretini bastırır bir nebze de olsa…
işaret fişekleri yırtar gecenin gizemini
projektörler böler ürküten dehşetini
boşluğa doğru çakallar ulur tıknefes
bir şehidin kanını koklar karıncalar
çiçeğe konar gibi konar
bal özü emer gökyüzünden arılar
yediveren filizlenir ellerinin düştüğü yerde
kan kırmızı..
Kardeşlerim namaza durur
dumanlı dağların eteklerinde
duaya durur
kekik kokusuna fit olmuş bozkırların kuzguni
çayırlarında
akşam ezanı perçinlenir mevzilere dalga dalga
bir avuç kum dolanır kollarına
gün yorgunluğunu söker atar kaygıdan yana
arkalarına bürünür de yatarlar
çıtırtısını duya duya yanan ateşin
kıvılcımların raksını seyrede seyrede uykuya
varırlar
duman kokusunu çeke çeke genizlerine
alev pırıltıları yalar yüzlerindeki ter tuzunu
daha bir başka görünür sakalları kardeşlerimin
alacakaranlıkta
daha bir başka çatıktır kaşları
daha başka bir tebessüm seyirir gözkapaklarında
daha bir başka heybeti konuk eder pazularında
bileklerinde
daha bir başka söyler türküsünü, ağıdını, marşını
daha bir başka okur kitabını
daha bir başka yazar destanını…
Ne ki sevda Hakk’a sevdalanmaktan özge
ne ki hayat Hakk’ı yaşamadıktan sonra
ne ki kavga Hak yolunda olmayınca
ne ki ölüm, şehadete varmayınca!
Ne oyun peşinde kardeşlerim
ne oyuncak ardında
ne macera, ne monotonluğu kırmak maksat
ne de nam salmak dünyaya
sinir kavgası değil
toprak parçası derdi filan hiç mi hiç
adalet savaşı verdikleri
yalnızca ALLAH’a kul olma sevdası sevdaları…
Onca kan, onca ölüm, onca feryat, onca ateş arasında
kalpleri şefkat güvercinleri kaldırıp kondurur gene de
onca ihanet, onca hıyanet, onca kalleşlik arasında
sadakat türküleri terennüm eder dudakları
Allah’a ve Rasulüne
onca kin, onca nefret, onca kıyıcılık arasında
merhametli bir nazarı esirgemez kuşlara gökyüzünde