Mescid; ALÂEDDÎN TEPESİ’nin doğu kuzeyinde Selçuk sarayından (Alâ-ed-din köşkü) Kız öğretmen okuluna giden yolun Vali İzzet bey caddesi ile kavuştuğu yerin solunda idi. Bitişiğinde hâlâ ayakta duran Dr. Cevad merhumun evi vardı. Mâbed 1932 yılında yıkılarak yeri Öğretmen okuluna katılmıştır. Mâbed benim doğup büğüdüğüm Mihmandar mahallesindeki 17 numaralı evimizin yol aşırı iki ev kuzeyindedir. 43 yıl önce içinde senelerce akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldım. Mescidin ve türbesinin bahçesi arka tarafdan küçük Karatayı (Kemaliye) medresesinin bahçesine bitişik idi. Aralarındaki mesafenin 30 – 35 metreyi geçmediğini tahmin ediyorum.
MESCİD; Kara örtü dediğimiz tarzda idi. Kıble tarafına iki pencere açılırdı. Tarihî yâdından başka mimarî bir kıymeti yoktur. Kıbleye açılan kapısından girince dar bir dehlizden yürünerek mâbedin soldaki kapısmdan içeriye girilirdi. îki boğdan halinde örtülü idi. Dehlizin sonunda bahçeye açılan bir kapı vardı. Sağında ve hemen mescid Kapısının karşısında sarıklı serpuşu bulunan; birisi büyük diğerleri küçük sandukalar görülürdü. Hepsi de kitabesizdi. Burası kız öğretmen okulunun bahçe seviyesinden yüksek idi. Sandukaların altında türbenin cenazeliği yâni zemin katı bulunuyordu. Türbe bir çok Selçukî türbeleri gibi çift kubbeli ve tuğla olan ikinci kubbesi meselâ Seyf-ed-din Karasungur’unki gibi mahrutî idi. 600 H. 1203 M. yıllarından sonraki bir yer depreminde üst kısmının yıkıldığını ve bir daha yapılmadığını tahmin ediyorum.
KONYA’nın en eski mâbedlerinden birisi olan bu mescidin de türbenin mimarisine uygun bir Selçukî yapı olduğu kabul edilebilir. Zelzele veyahut Zelzelelerden sonra direk örtülü bina yapılmıştı. Bizim evimizin karşısında oturan merhum Hoca Salih efendinin görüşüne dayanarak bana anlattığına göre yıkılırken türbenin cenazeliğinden 6 ölünün cesed enkazı çıkmıştır. Bunlardan bazılarının bozulmuş mumyalara benzediğini de ilâve etti.
Mâbedin kıble tarafında kısa duvarla çevrilmiş bir açık hava namazgâhı vardı. Yazın burada namaz kılınırdı. Bunun önünde, Kıble tarafında Roma devrinden kalma bir mermer arslan heykeli bulunuyordu. Biz çocukken üstüne binerdik. îşte bu heykelden dolayı Mescide (ARSLANTAŞI MESCİDİ) de denirdi. Yoksa Mehmed Önder’in dediği gibi bu mâbedin bânisi-nin adı (Akıncı Aslan Taş) değildir. Bu taştan dolayı buraya (ESEDÎYYE MAHALLESİ) denildiği de olmuştur. Selçukîlerin KONYA’nın iç kalesindeki Saraydan bu mescide doğru, doğuya açılan kapısına (AKINCI KAPISI) denilirdi. Eski arşiv vesikalarının bazılarında mescidin bulunduğu mahalleye (Akıncı Sultan mescidi sarayı mahallesi) ve bazılarında da kısaca (Akıncı sarayı mahallesi), (Akıncı mahallesi) denildiğini görüyoruz (2). Mescidin bulunduğu sokağa da (AKINCI SOKAĞI) denirdi.
Sultan I. Alâ-ed-din Keykubad ERMENİSTAN’dan esir alarak getirdiği ve sonra âzad ettiği kölelerini bu mahalleye oturtmuştu. Bunlar Abbas oğullarının ( Suğur = ) denilen sınır şehirlerine ORTAASYA‘dan
getirdikleri mücahid OĞUZ TÜRKLERİ’nin torunları idiler. Zikzaklı savaşlarda BizanslIların ellerine düştükleri için hıristiyanlığı kabul etmişler, Erme-nilerin içinde kaldıkları için de Ermeni sanılmışlardır. Ermenice bilmezler, Eski Türk adlarını taşırlardı,. Bunlar Alâ-ed-din’in en güvendiği adamlardı.
Selçuklu sarayının hizmetlerini görürler, Sarayın ve ALÂEDDİN CÂMΑnin damlarının karlarını küriirlerdi. Buraların devamlı tamirlerine bakarlardı. İşte bunların oturdukları mahalleye eskiden GEBR (Gavur) sonraları da {ERMENİ MAHALLESİ) denir olmuştur. Vesikalardan öğrendiğimize göre Selçuklu akıncılarının nalbantları olan dedelerim de (Akıncı kapısı) nın önündeki, halâ tasarrufumuzda bulunan evlerinde otururlardı. 70-80 sene evveline kadar bu mahallede müslüman aile olarak yalnız dedelerimin evleri vardı. Büyük Selçuklu veziri KARATAYİ’nin evi de bizim evimizin doğusuna açılan KINACI SOKAĞI’ NIN içinde MİHMANDAR MESCÎDÎ’nin çıkmazında idi. Son senelere kadar bu evin arsasına yapılan ev Karatayi ailesinin torunlarından ve mütevellilerinden bulunan Rahmi efendinin oğlu şair ve öğretmen Namdar Rahmi ve kardeşlerinin tasarruflarında idi. Bu mahalleye (TAYİ MAHALLESİ) de denildiğini vesikalar söylüyor. HATU-NIYE (kütük minare) mescidi de bu sokağın sonundadır. Bundan dolayı bu mahalleye (MİNARE MAHALLESİ) de deniliyordu. AKINCI MESCİDİ yakınlarında bir de (AKINCI SARAYI) vardı. Buradaki bir medrese de (AKINCI MEDRESESİ) adını alıyordu. Bu sarayda Osmanlılar zamanında KARAMAN eyaleti Umumî Valisi olan Şehzadelerin bazıları da oturmuşlardır. Acaba Selçuklu sarayının bir adı da AKINCI SARAYI’mı idi. Çünki bu saraydan doğuya açılan kale kapısına (AKINCI KAPISI) denilirdi. Bu hususu kesin olarak belirtecek vesikalardan henüz mahrum bulunuyoruz. Eğer bu saray selçuklu sarayı değilse Akıncı sarayı ya kız öğretmen akülünün yerinde veyahut da bu okuldan hapishaneye doğru giderken sağdan birinci sokağın içinde idi. Bu sokak da halâ (SARAY SOKAĞI) adını taşıyor.
Biz Kara^ungur Seyf-ed-din’in türbesini tedkik ederken kuzeyindeki arsalarda harç vç yapı malzemesi itibarile Selçuklu devri yapı döküntülerine benziyen enkaza rastlamıştık. Bunlar SEYFÎYE MEDRESESÎ’nin mi, yoksa bu sarayın mı idi? Kestiremedik. Eğer saray burada idiyse Seyfiye medresesine, eğer kardeşi Kemal-ed-din Turumtaş’m KEMELÎYE MEDRESESİ doğusunda idi ise ona AKINCI MEDRESESİ denilmesi lâzım. Biz KEMALİYE MEDRSESÎ’ne denildiğini kabul etmeye mütemayiliz. Vesikaların dili ve edası bu civarda bulunan Gühertaş’m medresesine yâni Mevlâna’nm medresesine (AKINCI MEDRESESİ) denilmesine mâni oluyor.
Mevlâna; bir gazelinde «Medresede Şihab-üd-din’in odasının yanı başında bir oda istiyor.» Bu hile ile diyor «rebab çalanı da oraya sokarsın, Kadı hallenir de dinlemek isterse ona güzelce bir rabab çalayım. Tatlı tatlı dinleteyim. Rababımın sesinden akıncı bile dirilir.
AKINCI TÜRBESİ; KEMALİYE MEDRESESİ’nin 30-35 metre uzağındadır. Rababm sesi buraya kadar gider. Fakat SEYFİYE MEDRESESÎ’den çalman rabab burada duyulmaz. Mevlânanm medresesi Seyfiyenin yanında olduğu kabul edilirse orası da AKINCI türbesine oldukça uzaktır. Orada rabab dinlenemez.
Mevlâna’nm gazelinde bahsettiği Şihab-üd-din; Nahcuvanlı Mahmud’un oğlu Şihab-üd-din Abd-ül-kadir’dir. Mezar taşı SARIYAKUP kabristanından Müzeye nakledilmiştir. 975 numarada kayıtlıdır. KONYA Bilginlerinden ve kadılarından idi. Şihab-üd-din’in; Rababı, sazı ve sözü lehv sayan ve raksı kabul etmeyen salâbetli bir zat olduğu anlaşılmaktadır.