Televîzyonlar açık, çoluk çocuk kalkılmış,
Hocalar aydınlatır, tüm dîkkatler toplanmış…
Bu böyle sürer gîder, şükür aydınlanırız,
Aîlece hepîmîz, sahura da kalkarız…
Dîllerde fecîr vaktî, hadîs, sünnet anlatır,
Ayetlerde yazılı, îlmîhallerde vardır…
Neydî bu fecîr vaktî kîmseler anlatmadı?
Eğer anlatıldıysa, nîçîn anlaşılmadı?
Sabah okunduğunda, oruca başlanırdı,
Bardaklar yarım kalır, lokmalar yutulmazdı…
Abdülazîz Hoca’m, sahur île aydınlattı,
Kamera karşısında, fecrî bîze açıkladı…
Rab’bîmîz razı olsun, Abdülazîz Hoca’mdan,
Bîr vebal engellendî, bütün înananlardan…
Lokmayı bırakırdık, ezanları duyunca,
Sahuru yapamazdık, geç kaldık sanılınca…
Ezan okunur îken hep bakakalıyorduk,
Oysa bîzler çocuktur hîç dayanamıyorduk…
Demek vaktîmîz varmış, yemek yenebîlîrmîş,
Artık fecrî kavradık, çay bîle demlermîşîz…
(2011)