Güneş karşı dağlardan çıkarken yavaş yavaş
Köprüde görülüyor hararetli bir telaş
Kemerlerden geçerken zerzevat kayıkları
Sislere gömülüyor Marmara açıkları.
Yeni gelen bir vapur çalıyor tiz bir düdük
Yanaşarak köprüye alıyor bir öpücük
Köprü yangınlığıyla bu hoyratça busenin
İnliyor tatlı tatlı… İnliyor derin derin…
Ufacık bir istimbot ötüyor canavarca,
Bu sesle sarsılıyor köprü dakikalarca…
Artık o da uykunun zincirini kırıyor…
Bu ihtiyar haliyle köprü barındırıyor
Nice sefil muhitin, sefil çocuklarını…
–Akıntı sürüklerken karpuz kabuklarını,
Mavnalarla dolarken boş kemerlerin altı–
Dubaların üstünde yığın yığın karaltı
Görülüyor ki, bunlar köprünün çocukları;
Bunlar işte hayatın, bugünün çocukları…
Bakın! .. Birisi yana eğerek kasketini,
Güneşe yalatıyor kabuk tutan etini…
Kimbilir ki bu çocuk ne işler işleyecek? ..
Belki üç kuruş için birini şişleyecek,
Yahut bir mağazanın delecek kasasını,
Bu vaka artıracak mücrim piyasasını:
Hemen kolundan tutup atacaklar hapse…
Fakat ya onun cürmü tamamen bizdeyse? ..
Çünkü o, cemiyetin, bizim mağdurumuzdur,
Onu bu hale koyan bizim kusurumuzdur…
Biz şüphelenmiyoruz mesuliyetimizden,
Fakat böyle sürünen bu çocuklar da bizden…
Bu zavallıların da kanı ve eti bizim,
Bu çocukların bütün mesuliyeti bizim…
Bir parça düşünelim biz de vazifemizi…
Çünkü bu nesil yarın tel’in edecek bizi…
Bu biçare sürüyü geliniz kurtaralım!
Biz onları bir öz kardeş gibi saralım…
Onlar kendilerine açılan bir aguşa
Nasıl atılacaklar bilseniz koşa koşa…
Ah! Onlar tutunacak birer el arıyorlar,
Bize yalvarıyorlar! .. Bize yalvarıyorlar…
Sırayla oturmuşlar dubanın kenarına
Güneş hayat veriyor köprü çocuklarına…